KareKare Çanakkale Zaferi 2 ; 1915 yılından unutulmaz Çanakkale savaşı fotoğraf kareleri bize adeta zaman makinesi ile o yıllara alıp götürüyor.
İNSANLIK DERSİ: Çanakkale Savaşları’nda savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: " Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam.
Yalanlar gerçekler! Çanakkale muharebeleri ile ilgili yapılan resmi yorumların çoğunda bu muharebelerin Anadolu’yu bölmek, parçalamak ve paylaşmak için gelen saldırgan İngiliz emperyalizmine karşı Anadolu insanının vatanını korumak amacıyla verdiği soylu ve büyük bir direniş olduğu ana temasına rastlarız.
Batı Hunları ile ilgili kaynaklar ve yorumlar çok çeşitlidir. Bazı kaynaklar Batı Hun İmparatorluğu ile Avrupa Hun İmparatorluğu'nu ayırmakta ve bunları iki ayrı devlet olarak kabul etmekte, bazıları ise Batı ve Avrupa Hun İmparatorluklarını birbirlerinin devamı sayarak tek devlet kabul etmektedir.
Çanakkale Savaşı’yla ilgili dergi, kitap ve broşürlerden bilgiler edininiz. Çanakkale savaşı dönemleri bir milletin kendini var edebilmesinde vermiş olduğu en büyük mücadele zamanlarındandır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde pek çok askerin büyük bir mücadele ile savunma da bulunduğu bir savaştır.Bu savaşta verilen tüm mücadelede şehitlerin ve gazilerin
18 Mart Çanakkale Zaferi 57.Alay'ın Kahramanlık Hikayesi: Çanakkale Savaşı'nda 57.Alay hikayesi nedir ve ne zaman şehadete erdi? Çanakkale Deniz Zaferi, 106. yılında büyük bir coşku
IUPN05F. GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA Türkler’in başka. M. Kemal’in Omega saatinin parçalanması suretiyle kendisine hiçbir şey olmamasıdır. Bu olay, Anadolu’nun pek çok yerinde, farklı şekilde anlatılır. Bu olay’ yazılı olarak en güzel şekilde Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Mustafa Kemal ile Mülakat” adlı eserinde şöyle verilir “Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa’nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle _”Bu şarapnel parçasından biri Paşa’nın göğsünü okşamıştır!”dedi. _Nasıl? Dedim. Paşa, tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzları şıkırt yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabaresine şöyle anlatıyordu -Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin kuvvetlice çarptığını duymuştur. -Evet sağ taraftan ceketimde bir kurşun yeri bulunan zabitRahmetli Nuri Canker Bey”Efendi,vuruldunuz” böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabitin ağzını kapadım. “Sus” dedim. Cevat Bey devam ediyordu. -“Bir şarapnel misketi,göğsünün sağ tarafını tamamen Omega saatinin bulunduğu cebe isabet parça parça oldu, fakat o darbe,Paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemiştir.”dedi. -O saat sizin için tarihi bir miyim efendim?dedim. Paşa -“O saatin enkazını,bu muharebeden sonra Liman Paşa hatıra olarak da kendilerinin aile-i asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saati markalı siyah bir bir taç ve “ markaları ve Paşanın kırılan saatide Mekteb-i Harbiyeden beri sakladığı Omega markalı kuvvetli bir talebe saati Bey Zenınnth marka bir bilezik saatini gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşaya o kurşunun değdiği esnada yanında bulunan genç Mülazım vermiş. Askerin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir Kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu. Omega saati,Türk milleti için kendini feda etti,Komutan Mustafa Kemal’i kurtardı. Türk ordusunun Kumandanını,Türk milletini,Ortadoğu’yu, insanlığı kurtardı. Çanakkale savaşı hakkında kısa hikayeler SEYİT ONBAŞI 1889-1939 Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık Manastır köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı. Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı. Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti. KINALI HASAN Çanakkale’de araştırmacı-yazar Salim Dağ ile beraberiz. Salim Bey’in hazırlamış olduğu birçok kitabın konusunu Çanakkale Muharebeleri teşkil ediyor. Edirneli bu muhterem insan, Kayseri’de de öğretmenlik yapmış. Bendeniz de Kayserili bir eğitimci olarak Edirne’de beş yıl öğretmenlik yaptığım için ortak taraflarımız da çoktu. Benim Çanakkale’yi gezmek gibi, onun da anlatmak gibi bir görevi vardı. Böylece onun tatlı dilinden Çanakkale ile ilgili birkaç hatırayı da dinleme fırsatı buldum. Bunlardan birisi Çanakkale’de şehit olan askerlerimizden Yozgatlı Hasan’la ilgili. Yozgatlı Hasan’ın lakabı da “Kınalı Hasan” olmuş Çanakkale’de. Hasan, Yozgat ilinin Sorgun kazasına bağlı Kara Yakuplar köyünden… Daha bıyıkları terlememiş bu delikanlı, kendisi gibi gencecik arkadaşları ile beraber yayan yapıldak yürüyerek Yozgat’tan çıkıp Çanakkale’ye ulaşmışlar. Burada 64. Piyade Alayı, 1. Tabur, 2. Bölüğe intisap edip çakı gibi Mehmetçik olmuşlar. Zaten taburlar, alaylar Çanakkale’de eriyip bittiği için cepheye gelen gönüllülere şiddetle ihtiyaç vardır. İkinci bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerini savaşa hazırlamak için onların talimlerinden boş kalan istirahat anlarında onlarla tanışıp konuşmaya başlardı. Böyle bir vakitte Yüzbaşı Sırrı Bey, Yozgatlı Hasan’la da tanıştı. Hasan’ın başındaki kına Sırrı Bey’in dikkatini çekti. Cepheye gelen askerlerin sağ ellerinde, sağ elinin üç parmağında ya da sağ ayağının parmaklarında kına görmeye alışıktı Sırrı Bey ama baştaki kınayı ilk defa görüyordu. Hasan’a bunun mânâsının ne olduğunu sorduğunda Hasan utandı, üzüldü ve dedi ki komutanına -Komutanım, buraya geleceğim vakit anam yaktı bu kınayı. Ben de niye diye sormadım. Sırrı Bey -Öyleyse bir mektup yaz da sor bakalım, biz de öğrenmiş olalım. Hasan -Ben yazı yazmasını bilmem ki komutanım. Sırrı Bey -Öyleyse sen söyle bölük yazıcısı yazsın köyüne, bakalım ne cevap gelecek? Hasan -Baş üstüne komutanım. Bir istirahat anında bölük yazıcısı Hasan’ın yanına gelir. Hasan söyler, o yazar. Selam kelamdan sonra Hasan, bulunduğu yerin güzelliğinden, çiçeklerin kokusundan, arkadaşlarının dostluğundan, komutanının tatlı dilinden bahsettikten sonra, konuyu kınaya getirir. -Anacığım, kumandanım saçımdaki kınayı sordu, ben bilemedim. Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum. Kardeşlerimi askere gönderirken sakın onların saçlarını kınalama. Onlar benim gibi mahcup olmasınlar. Kınanın bir mânâsı varsa bildir de kumandanıma söyleyeyim. Mektup Yozgat yollarına çıkar. Cevap gelir mi gelmez mi, anasına ulaşsa okur mu, okutur mu belli değil. Lakin Çanakkale’de sırtlan gibi saldıran düşmana karşı koymak lazım geldiği için ihtiyat kuvvetlerinin fazla bekleyecek zamanı yoktur. 2. Bölük de savaşın en çetin alanlarında görev yapar. Bu öyle bir harptir ki, dünyada eşi benzeri olmayan bir vahşet yaşanmaktadır. Anadolu’nun kınalı koç yiğitleri, ellerindeki kıt imkanlarla, adeta etten bir duvar örüp düşmana geçit vermeden namusları için, vatan için buruşmaya başlamışlardır. Bu ateş cehenneminde nice kınalı koç yiğitlerimiz, körpecik delikanlılarımız şehit olmakta, Avrupalının kan içen canavar makineleri, gemileri, topları Gelibolu’yu bir kan gölüne çevirmektedir. Aradan iki ay geçmiştir. Bir gün Yüzbaşı Sırrı Bey’in bölük karargahına birkaç mektup ulaşmıştır. Yozgat’ın Sorgun İlçesi Kara Yakuplar köyünün köy katibi mektubu Hasan’ın anasına ulaştırmış ve anasının söylediklerini de yazıp cepheye yollamış. Mektup da anası şunları yazmış “Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum, Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu. Köy katibi okudu, ben ağladım. Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babının yarısıdır. Sakın ola yavrum kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme. Ateşe bas dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz. Elbette öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir. Sakın onları incitme yavrum. Südümü sana helal etmem. Kumandanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni Hz. İsmail’e kardeş seçtim. O da kurban edilmek istendiğinde kınalanmamış mıydı? Yavrum, kıyamet günü, mahşer yerinde, o kına senin işaretin olacak, o kalabalıkta seni kolayca bulacağım. Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrına basacağım. Anan Hatçe” Sırrı Bey, iki gözü iki çeşme mektubu okur. Sonra posta erini çağırır. -Şu Yozgatlı Kınalı Hasan’ı bulun bakalım. Mektubunu ona ben okuyacağım, onun okuması yoktu. Çok geçmez posta eri geri döner. -Kumandanım Hasan bir hafta önce Arıburnu’ndaki şiddetli muharebede Hakk’a yürümüş. Sırrı Bey, orada göz yaşarı içerisinde yana yakıla bağırmaya başlar - Bilmeliydim, bilmeliydim. Kurbanların kınalı olması gerek. Bu yiğitlerin hepsi de kınalı… vatana kurban seçilip gönderildiler. Bunların hepsi de kınalı kuzu, hepsi de Hasan gibi… Bilmeliydim, bilmeliydim. BULUTUN KORUMASI Menkıbelerde bir başka mucizevî yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu biçimindedir. Olay şu şekilde anlatılmaktadır; “ O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresi’ nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut sol taraftaki Ağıl Dere’ ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe’ den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır.” NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O'’nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı ,Hakkı Bey’ in naşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri’ nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir. Bundan başka bulutun koruması ile ilgili anlatılan iki menkıbe daha vardır. Yine “Uçan Türkler” adlı anlatılan bir menkıbe daha vardır.
1 çanakkale savaşı ile ilgili çeşitli hikayeler,çanakkale savaşıyla ilgili hikayeler,çanakkale savaşı hakkında kısa hikayeler SEYİT ONBAŞI 1889-1939 Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık Manastır köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı. Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı. Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti. 2 çanakkale savaşı ile ilgili hikayeler kısa KINALI HASAN Çanakkale’de araştırmacı-yazar Salim Dağ ile beraberiz. Salim Bey’in hazırlamış olduğu birçok kitabın konusunu Çanakkale Muharebeleri teşkil ediyor. Edirneli bu muhterem insan, Kayseri’de de öğretmenlik yapmış. Bendeniz de Kayserili bir eğitimci olarak Edirne’de beş yıl öğretmenlik yaptığım için ortak taraflarımız da çoktu. Benim Çanakkale’yi gezmek gibi, onun da anlatmak gibi bir görevi vardı. Böylece onun tatlı dilinden Çanakkale ile ilgili birkaç hatırayı da dinleme fırsatı buldum. Bunlardan birisi Çanakkale’de şehit olan askerlerimizden Yozgatlı Hasan’la ilgili. Yozgatlı Hasan’ın lakabı da “Kınalı Hasan” olmuş Çanakkale’de. Hasan, Yozgat ilinin Sorgun kazasına bağlı Kara Yakuplar köyünden… Daha bıyıkları terlememiş bu delikanlı, kendisi gibi gencecik arkadaşları ile beraber yayan yapıldak yürüyerek Yozgat’tan çıkıp Çanakkale’ye ulaşmışlar. Burada 64. Piyade Alayı, 1. Tabur, 2. Bölüğe intisap edip çakı gibi Mehmetçik olmuşlar. Zaten taburlar, alaylar Çanakkale’de eriyip bittiği için cepheye gelen gönüllülere şiddetle ihtiyaç vardır. İkinci bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerini savaşa hazırlamak için onların talimlerinden boş kalan istirahat anlarında onlarla tanışıp konuşmaya başlardı. Böyle bir vakitte Yüzbaşı Sırrı Bey, Yozgatlı Hasan’la da tanıştı. Hasan’ın başındaki kına Sırrı Bey’in dikkatini çekti. Cepheye gelen askerlerin sağ ellerinde, sağ elinin üç parmağında ya da sağ ayağının parmaklarında kına görmeye alışıktı Sırrı Bey ama baştaki kınayı ilk defa görüyordu. Hasan’a bunun mânâsının ne olduğunu sorduğunda Hasan utandı, üzüldü ve dedi ki komutanına -Komutanım, buraya geleceğim vakit anam yaktı bu kınayı. Ben de niye diye sormadım. Sırrı Bey -Öyleyse bir mektup yaz da sor bakalım, biz de öğrenmiş olalım. Hasan -Ben yazı yazmasını bilmem ki komutanım. Sırrı Bey -Öyleyse sen söyle bölük yazıcısı yazsın köyüne, bakalım ne cevap gelecek? Hasan -Baş üstüne komutanım. Bir istirahat anında bölük yazıcısı Hasan’ın yanına gelir. Hasan söyler, o yazar. Selam kelamdan sonra Hasan, bulunduğu yerin güzelliğinden, çiçeklerin kokusundan, arkadaşlarının dostluğundan, komutanının tatlı dilinden bahsettikten sonra, konuyu kınaya getirir. -Anacığım, kumandanım saçımdaki kınayı sordu, ben bilemedim. Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum. Kardeşlerimi askere gönderirken sakın onların saçlarını kınalama. Onlar benim gibi mahcup olmasınlar. Kınanın bir mânâsı varsa bildir de kumandanıma söyleyeyim. Mektup Yozgat yollarına çıkar. Cevap gelir mi gelmez mi, anasına ulaşsa okur mu, okutur mu belli değil. Lakin Çanakkale’de sırtlan gibi saldıran düşmana karşı koymak lazım geldiği için ihtiyat kuvvetlerinin fazla bekleyecek zamanı yoktur. 2. Bölük de savaşın en çetin alanlarında görev yapar. Bu öyle bir harptir ki, dünyada eşi benzeri olmayan bir vahşet yaşanmaktadır. Anadolu’nun kınalı koç yiğitleri, ellerindeki kıt imkanlarla, adeta etten bir duvar örüp düşmana geçit vermeden namusları için, vatan için buruşmaya başlamışlardır. Bu ateş cehenneminde nice kınalı koç yiğitlerimiz, körpecik delikanlılarımız şehit olmakta, Avrupalının kan içen canavar makineleri, gemileri, topları Gelibolu’yu bir kan gölüne çevirmektedir. Aradan iki ay geçmiştir. Bir gün Yüzbaşı Sırrı Bey’in bölük karargahına birkaç mektup ulaşmıştır. Yozgat’ın Sorgun İlçesi Kara Yakuplar köyünün köy katibi mektubu Hasan’ın anasına ulaştırmış ve anasının söylediklerini de yazıp cepheye yollamış. Mektup da anası şunları yazmış “Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum, Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu. Köy katibi okudu, ben ağladım. Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babının yarısıdır. Sakın ola yavrum kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme. Ateşe bas dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz. Elbette öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir. Sakın onları incitme yavrum. Südümü sana helal etmem. Kumandanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni Hz. İsmail’e kardeş seçtim. O da kurban edilmek istendiğinde kınalanmamış mıydı? Yavrum, kıyamet günü, mahşer yerinde, o kına senin işaretin olacak, o kalabalıkta seni kolayca bulacağım. Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrına basacağım. Anan Hatçe” Sırrı Bey, iki gözü iki çeşme mektubu okur. Sonra posta erini çağırır. -Şu Yozgatlı Kınalı Hasan’ı bulun bakalım. Mektubunu ona ben okuyacağım, onun okuması yoktu. Çok geçmez posta eri geri döner. -Kumandanım Hasan bir hafta önce Arıburnu’ndaki şiddetli muharebede Hakk’a yürümüş. Sırrı Bey, orada göz yaşarı içerisinde yana yakıla bağırmaya başlar - Bilmeliydim, bilmeliydim. Kurbanların kınalı olması gerek. Bu yiğitlerin hepsi de kınalı… vatana kurban seçilip gönderildiler. Bunların hepsi de kınalı kuzu, hepsi de Hasan gibi… Bilmeliydim, bilmeliydim. Moderatörün son düzenlenenleri 10 Mar 2011 3 çanakkale savaşı ile ilgili hikayeler kısa BULUTUN KORUMASI Menkıbelerde bir başka mucizevî yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu biçimindedir. Olay şu şekilde anlatılmaktadır; “ O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresi’ nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut sol taraftaki Ağıl Dere’ ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe’ den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır.” 4 çanakkale savaşı ile ilgili hikayeler kısa NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O'’nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı ,Hakkı Bey’ in naşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri’ nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir. Bundan başka bulutun koruması ile ilgili anlatılan iki menkıbe daha vardır. Yine “Uçan Türkler” adlı anlatılan bir menkıbe daha vardır. 5 çanakkale savaşı ile ilgili hikayeler kısa GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA Türkler’in başka. M. Kemal’in Omega saatinin parçalanması suretiyle kendisine hiçbir şey olmamasıdır. Bu olay, Anadolu’nun pek çok yerinde, farklı şekilde anlatılır. Bu olay’ yazılı olarak en güzel şekilde Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Mustafa Kemal ile Mülakat” adlı eserinde şöyle verilir “Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa’nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle _”Bu şarapnel parçasından biri Paşa’nın göğsünü okşamıştır!”dedi. _Nasıl? Dedim. Paşa, tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzları şıkırt yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabaresine şöyle anlatıyordu -Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin kuvvetlice çarptığını duymuştur. -Evet sağ taraftan ceketimde bir kurşun yeri bulunan zabitRahmetli Nuri Canker Bey”Efendi,vuruldunuz” böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabitin ağzını kapadım. “Sus” dedim. Cevat Bey devam ediyordu. -“Bir şarapnel misketi,göğsünün sağ tarafını tamamen Omega saatinin bulunduğu cebe isabet parça parça oldu, fakat o darbe,Paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemiştir.”dedi. -O saat sizin için tarihi bir miyim efendim?dedim. Paşa -“O saatin enkazını,bu muharebeden sonra Liman Paşa hatıra olarak da kendilerinin aile-i asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saati markalı siyah bir bir taç ve “ markaları ve Paşanın kırılan saatide Mekteb-i Harbiyeden beri sakladığı Omega markalı kuvvetli bir talebe saati Bey Zenınnth marka bir bilezik saatini gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşaya o kurşunun değdiği esnada yanında bulunan genç Mülazım vermiş. Askerin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir Kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu. Omega saati,Türk milleti için kendini feda etti,Komutan Mustafa Kemal’i kurtardı. Türk ordusunun Kumandanını,Türk milletini,Ortadoğu’yu, insanlığı kurtardı.
ÇANAKKALE CEPHESİ’NDEN BASINA MEKTUP ÇANAKKALE ZAFERİ, SAVAŞI İLE İLGİLİ MEKTUPLAR, CEPHEDEN MEKTUPLAR Bir süreden beri buradayız. Mondros limanı’ndaki çok ilginç böylesine bir durum ne bu güne kadar görülmüştür, ne de bundan sonra görülecektir. Mondros küçük koyları olan resim gibi çizilmiş geniş bir liman. Limanda en son model savaş gemileri yanı sıra ağır toplarıyla zırhlılar, torpido gemileri, trol tekneleri, buharlı elektrikli çantalar, kotralar botlar… Birçok İngiliz ve Fransız gemisi. Birde rus kruvazörü var. askolt beş bacalı garip görünümlü bir gemi Queen Elizabth Triump, Majestic vs. Askerlerimiz; uzun gecikmelerden sonra yola çıkacaklarından memnun, mutlu, moralleri yüksek ve kararlı. Onları taşıyan bütün gemiler, 24 Nisan akşamı sirenler arasında tek tek geçip limandan cıktılar. Özellikle Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler kolonilerden gelenlerin savaşta neler neler başarabileceklerini göstermek için sabırsızlanıyorlar. Çoğunluğu kışı Mısırda çölde geçirdiler. Avrupa cephesine yollanmadıkları için de düş kırıklığı içinde idiler. Ama işte şimdi isteyip bekledikleri fırsat yaklaşıyordu. En iyisi de başarmaya azimli idiler. Bandoların çaldığı müzik ile askerlerin çoşkulu çığlıkları arasında nakliye gemileri limandan ayrıldılar. Fransız ve İngiliz gemileri birbirinin yanından geçerken özellikle cok nazik bir şekilde selamlaşıyorlardı.! Nede olsa ortak bir harekata girişiyorlardı. Taraflar birbirinin değerini takdir etmeyi öğreneceklerdi. İngiliz gemileri geçerken baktım, her birinin yan tarafları da ve büyük harflerle şöyle yazılmıştı “ÖNCE İSTANBUL’A SONRA HAREMLERE HÜCUM!” müttefik Akdeniz sefer kumandanı Jean Hamilton; Fransız ve İngiliz askerine şu mesajı yayınladı, “Önümüzde, modern savaşların benzerini görmediği büyük ve tehlikeli bir macera bizleri bekliyor. Donanmadaki arkadaşlarımızla birlikte, düşmanın geçilmez dediği açık bir sahile çıkarma yapmak için mücadele edeceğiz. Bu çıkarma Allah’ın ve donanmanın yardımı ile başarılı olacaktır! Düşman mevzilerine hücum edilecek ve savaş, muhtemelen sonuca doğru bir adım daha yaklaşmış olacaktır! Unutmayın! Gelibolu Yarımadası’na bir kere ayak basınca işi bitirene kadar mücadele edeceksiniz. Tüm dünya ilerleyişimizi izlemektedir! Bizlere sunulan bu büyük kahramanlığa layık olduğumuzu kanıtlayalım! Pek yakında zafer bizim olacaktır…” 3 Mayıs 1915 Limni Adası Montros Lim. YAZAN Binb. ALEXANDER Avustralya Argus Gaz. Yay. Alıntı Prof Dr. A Mete TUNCOKU Anzaklar kaleminden Mehmetçik 31,31 HASAN ETEM’İN VALİDESİNE SON MEKTUBU ÇANAKKALE ZAFERİ, SAVAŞI İLE İLGİLİ MEKTUPLAR, CEPHEDEN MEKTUPLAR Mektubu yazan, ihtiyat zabit yedek subay namzedi Hasan Etem, İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Beyazıt Nümune Mektebi’nde öğretmendi. Düşmanın Çanakkale’ye dayandığını işittiğinde gözünü kırpmadan binlerce akranı gibi cepheye koştu. Gönüllü yazıldı. Bu onun son mektubuydu. Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra Maydos Eceabad’da şehit oldu… Not Mektuptan mekan ve zaman tam olarak anlaşılamıyor. çıkartma öncesi yazıldığı görülüyor. Bu da ortam hakkında net bilgi veremiyor. Çıkartma öncesi da nasıl şehit olabileceği açık değil. Rumi-Miladi dönüşümlere dikkat edilmemiş olabilir. Valideciğim, Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi, Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası Nığde gibi, güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu … Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri -Efendim, çayınız, buyrunuz, içiniz, dedi. -Pekala dedim, aldım baktım , sütlü çay… -Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim. -Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu? -Evet dedim. Evet ne kadar güzel. -İşte onun çobanından 10 paraya aldım. Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi” Şevket merak etmesin o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi kardeşleri de senin sayende görecekler. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey Allah’ım , bu ovada onun sesi ne kadar bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi ,dere bile sesini dereden ben de bir abdest ile namazı kıldık..O güzel yeşil çayırların üzerine diz dünyanın dağdağa ve debdebelerini kaldırdım , gözümü yukarı diktim , azımı açtım ve dedim -Ey Türklerin Ulu Allah’ı. Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halıkı. Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere mahsustur. Ey benim Rabbim ! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle. ”Diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi. Oğlun
I. Dünya Savaşı içinde 3 Kasım 1914 – 9 Ocak 1916 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden savaşlara Çanakkale Savaşı muharebeleri adı verilir. Çanakkale Savaşı ile ilgili hikayeleri, savaşın nasıl cereyan ettiğini, Çanakkale Savaşı’ndaki mektupları, savaşta anlatılan olağanüstü olayları haberimizden okuyabilirsiniz. Merkezî devletler yanında savaşa giren Osmanlı Devleti’ni saf dışı bırakmak amacıyla İtilâf devletleri tarafından düzenlenmiş olan Çanakkale harekâtı, I. Dünya Savaşı’nın en önemli askerî faaliyetlerinden birini teşkil etmektedir. Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa katılmasıyla zor durumda kalan İngiltere ve Fransa, Rusya ile doğrudan temasa geçip savaş güçlerini arttırmak, Osmanlı Devleti’nin Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskısını kaldırmak, ayrıca Orta Avrupa’ya sızan Alman-Avusturya ordularını arkadan çevirmek için bu harekâtı gerekli görmüşlerdi. Boğazlar’a karşı girişilecek bir deniz harekâtı ile İstanbul’un ele geçirilip Osmanlılar’ın savaş dışı bırakılması fikri, özellikle İngiliz Bahriye nâzırı ve sonra başbakanı olan Winston Churchill tarafından savunulmuştu. İtilâf devletleri bu harekâtla ayrıca henüz savaşa katılmamış olan Balkan devletlerini de kendi yanlarına çekmeyi hedefliyorlardı. Batı kaynaklarında “Gelibolu savaşları” adıyla da anılan Boğazlar’a yönelik bu harekâtın ilk deniz hücumu, 3 Kasım 1914’te iki İngiliz harp gemisinin Ertuğrul ve Seddülbahir, iki Fransız gemisinin de Kumkale ve Orhaniye tabyalarını bombardıman etmesiyle başladı. Henüz Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilân edilmeden yapılan bu saldırı, hem fiilen savaş ilân edildiğinin, hem de yapılacak askerî harekâtın hedefinin Boğazlar olacağının ilk habercisiydi. İtilâf devletleri Fransa ve İngiltere 5 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ettiler. Osmanlı Devleti buna 11 Kasım’da çıkan bir irade ile cevap verdi. İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin ikinci hücumu, 19 Şubat 1915’te boğazın gerisindeki Türk tabyalarını uzaktan topçu ateşine tutmak suretiyle gerçekleşti. Hemen arkasından İngiliz-Fransız filosu daha çok savaş gemisiyle boğazın önüne gelerek tekrar saldırıya geçti, Ertuğrul ve Orhaniye tabyaları tahrip edildi. Ardından İtilâf kuvvetlerine mensup bazı savaş gemileri 26-27 Şubat günleri boğaza girerek merkez tabyalarını ateş altına aldılar; bu saldırıyı mart ayı başlarında tekrarladılarsa da bir sonuç alamadılar. Bu cephe açılmadan önce bir ay içinde Marmara’ya girmeyi planlayan, fakat başarısız taarruzlardan sinirleri bozulan İngiliz Amirali Carden, başkumandanlık yapamayacağını bildirdiğinden İngiltere’ye geri gönderilmişti. Girişilecek büyük taarruz öncesinde bu kumanda boşluğu İngiliz kuvvetlerini şaşırttıysa da onun yerine Londra’dan gelen emirle en kıdemli Fransız kumandan Amiral J. M. de Robeck tayin edildi. Robeck de Carden gibi bütün gücüyle boğazı zorlayarak İstanbul’a ulaşma hazırlıklarına başladı. 17 Mart 1915’te Bozcaada’da, Akdeniz orduları başkumandanı General Hamilton’un da katıldığı bir toplantıda görüşülen deniz harekâtı planına göre, bir hafta önce mayınlardan temizlenmiş olan boğazın aşağı kesimlerinde bütün savaş gemileri kullanılarak boğaz zorlanacaktı. Fakat aynı günün akşamı, Türk donanmasına mensup Nusret mayın gemisinin Karanlık Liman bölgesini mayınlaması deniz harekâtının kaderini değiştirdi. 18 Mart 1915 sabahı boğaza giren ve tabyaları topa tutan İngiliz ve Fransız filoları, Çanakkale Boğazı’nın iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateş ve Karanlık Liman’a dökülen mayınların etkisiyle, mevcutlarının % 35’ini kaybedip çekilmek zorunda kaldılar. Manevralar sırasında mayınlara çarpan İtilâf donanmasının Bouvet, Océan, Irrésistible savaş gemileriyle iki muhrip ve yedi mayın arama gemisi battı; Gaulois ve Inflexible da dahil olmak üzere yedi zırhlı görev yapamayacak duruma geldi. Bu başarılı savunmayı idare eden Çanakkale müstahkem mevki kumandanı Cevad Paşa “18 Mart kahramanı” unvanı ile anıldı. 18 Mart bozgunu İtilâf devletlerine, karadan destek almaksızın yalnız deniz kuvvetleriyle boğazın geçilemeyeceğini gösterdiğinden General Hamilton’un emrinde bir çıkarma ordusu hazırlanmaya başlandı. Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinden oluşan kolordu Australian and New Zealand Army Corps = ANZAC Kolordusu Arıburnu’na, İngiliz ve Fransız kuvvetleri de Seddülbahir’e çıkartılacaktı. Bu amaçla yaklaşık kişilik bir ordu Limni’de toplanırken Türk başkumandanlığı da Çanakkale bölgesindeki birliklerini yeni kuvvetlerle takviye ederek Beşinci Ordu’yu kurdu ve başına Mareşal Liman von Sanders’i getirdi. Liman von Sanders, Türk birliklerini boğazın her tarafına dağıtmak yerine muhtemel çıkarma bölgelerine yakın yerlerde topladı. Çıkarma harekâtı, 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı İngiliz Generali Hamilton ve Fransız Generali D’Amade’un daha sonra Gouraud idaresinde başladı. Asıl çıkartma Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine yapılacaktı. Savaş gemilerinin ve muhriplerin korumasında kıyıya yaklaşan Avustralya tümeninin bir tugayını taşıyan çıkarma gemilerinin, akıntı sebebiyle sürüklenerek kumluk bir kıyı Kabatepe yerine sarp bir kıyı olan Arıburnu bölgesine çıkmak zorunda kalmaları üzerine Beşinci Ordu İhtiyat Tümeni kumandanı Mustafa Kemal, herhangi bir emir almadığı halde, 57. Alay’ı bir dağ bataryası ile takviye ederek karşı taarruz için Arıburnu’na sevketti. Ayrıca Eceabat bölgesindeki 27. Alay’ın önemli bir kısmı da çıkarma bölgesine gönderildi. Bu tedbirler Beşinci Ordu kumandanlığınca da tasvip edildiğinden karşı taarruz başlatıldı. Böylece kıyıya çıkan İngiliz ve Fransız kuvvetleri geri püskürtüldü; ancak geriden gelen kuvvetlerin yardımıyla Kanlısırt batısı ile Sivritepe-Merkeztepe Yükseksırt hattında tutunabildiler. İtilâf donanmasına mensup kuvvetler, aynı günün sabahında donanmanın ateş desteğiyle Seddülbahir’e de çıkarma yapmaya başladılar. Seddülbahir kesimini ay biçiminde çevreleyen yüzlerce geminin yakın mesafeden Türk siperlerine yönelttiği top ateşine rağmen Türk kuvvetleri çıkarmaya yeltenenlere ağır zayiat verdirdi. Daha sonra 27 Nisan’da İngilizler yeni bir saldırıda bulundularsa da Türk savunma mevzilerinin 700-800 m. ilerisinde Zığındere-Eski Hisarlık hattında durduruldular. 28 Nisan’da İngiliz ve Fransız birliklerinin ortak bir teşebbüste daha bulunarak Kirte’yi ele geçirme çabaları da Türk kuvvetlerinin karşı taarruzları sonucu başarısızlığa uğratıldı. İtilâf kuvvetleri bütün güçleriyle boğazı zorlarken Türkler de sadece mevzilerini savunmakla kalmamış, zaman zaman karşı taarruzlarda bulunmuşlardır. İlk Türk taarruzunu, Anafartalar bölgesine çıkan İngilizler’e karşı 27 Nisan 1915 sabahı Arıburnu kesimindeki Türk birlikleri gerçekleştirdi. Ancak İngiliz-Fransız savaş gemilerinin yoğun ateşi sebebiyle Türk taarruzu yavaşladı ve İngilizler’i mevkilerinden söküp atma gücünü kaybetti. Türk birlikleri 1 Mayıs sabahı tekrar Merkeztepe, Sivritepe, Kanlısırt hattındaki İngiliz kuvvetlerine saldırdıysa da İngiliz donanmasının etkili desteği bir defa daha Anzak Kolordusu’nu imha edilmekten kurtardı. Türk birliklerinin ikinci önemli taarruzu, 1-2 Mayıs gecesi Seddülbahir bölgesinde gerçekleştirildi ve çok kanlı geçmesine rağmen önemli bir başarı sağlanamadı. Bunun üzerine 3-4 Mayıs gecesi yeniden taarruza karar verildi. Bu defa Türk birlikleri karşısında İngiliz ve Fransız hatlarında çözülmeler başladıysa da İngiliz-Fransız savaş gemilerinin açtığı şiddetli ateş yüzünden taarruz durduruldu ve birlikler eski mevkilerine çekilmek zorunda kaldı. Bundan sonra Türk birlikleri kumandasında bazı değişiklikler yapıldı, ordu güney ve kuzey grupları olarak ikiye ayrıldı. Seddülbahir kesimindeki birliklere Güney Grubu adı verildi ve kumandanlığına Weber Paşa Vehib Paşa’nın yerine getirildi. Arıburnu bölgesi de Kuzey Grubu adıyla önce Esad Paşa’nın, daha sonra da Ali Rızâ Bey’in kumandasına verildi. Türk ordusunda bu değişiklikler yapılırken General Hamilton da Türkler’in mevzilerini tahkim edip takviye almalarına imkân vermeden Kirte bölgesini almak için 6 Mayıs günü İngiliz birliklerini harekete geçirdi; ancak bunlar Türk karşı taarruzu ve yan ateşleriyle geri püskürtüldüler. Taarruz İtilâf kuvvetlerince 7, 8 ve 9 Mayıs günleri tekrarlandıysa da yine başarısızlığa uğratıldılar. Bu arada 11 Mayıs’ta Çanakkale’ye gelip cepheyi dolaşan Enver Paşa, Arıburnu’nda bir karşı taarruzla İngilizler’i denize dökmek için 13 Mayıs’ta Beşinci Ordu kumandanlığına emir vermişti. Bunun üzerine Mareşal Liman von Sanders 19 Mayıs’ta saldırıyı başlattı. Türk birlikleri önce bazı başarılar elde ettiler; ancak dar sahil şeridi üzerinde tutunmaya çalışan Anzak kuvvetlerinin şiddetle müdafaası yüzünden kesin bir sonuç alamadılar. Bundan sonra her iki cephede de günlerce siper savaşları sürdürülmüş, özellikle 21 Haziran’da Kerevizdere, 28 Haziran’da da Zığındere çarpışmaları çok şiddetli geçmiştir. Bunun ardından İtilâf kuvvetleri kesin bir sonuç almak maksadıyla büyük takviye kuvvetleri getirtip Türk birliklerinin geri ile irtibatını kesmek için 6-7 Ağustos gecesi Arıburnu’nun kuzeyinde Suvla Limanı ve civarına asker çıkararak Anafartalar’a doğru ilerlemeye başladılar. Dört gün süren muharebeler sonunda Yarbay Mustafa Kemal kumandasındaki kuvvetler tarafından Conkbayırı’nda durduruldular. Böylece I. Anafartalar Zaferi’nden sonra İtilâf kuvvetlerinin yaptığı bütün taarruzlar neticesiz kaldı. Ancak 21 Ağustos’ta yeni bir saldırı başlattılar. II. Anafartalar Muharebesi denilen bu harekât da başarılı olamayınca muharebeler günlerce süren siper savaşlarına dönüştü. Her iki taraf da büyük güçlükler içinde siperlerini korumaya çalıştı. Bu çarpışmalarda bütün mahrumiyetlere ve mühimmat yetersizliğine rağmen Türk askeri Çanakkale’nin geçilmez olduğunu ispatladı. Kasım 1915’te cepheye gelen İngiliz Harbiye Nâzırı Lord Kitchener durumu görünce bölgeyi tahliye etmekten başka çare kalmadığına karar verdi. Böylece İtilâf kuvvetleri, 19-20 Aralık gecesi Anafartalar ve Arıburnu cephesinden, 8-9 Ocak 1916’da da Seddülbahir’den çekildiler. İtilâf devletlerinin başarısızlığı ile sonuçlanan Çanakkale muharebeleri, I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirip uzamasına sebep olduğu gibi Çarlık Rusyası’nın çöküşünü de hazırlamış ve İngiltere’de hükümet değişikliğine yol açmıştır. Bir yıldan fazla süren ve dünya savaş tarihinde farklı bir yeri olan bu muharebelerde her iki taraf büyük kayıplar vermiştir. İtilâf devletleri Çanakkale’ye İngiliz, Fransız olmak üzere yarım milyona yakın asker göndermiş, sadece İngiliz kuvvetlerinin toplam kaybı kişiyi bulmuştur. Çanakkale muharebelerine katılan Türk kuvvetleri yaklaşık kişi genellikle kısım kısım kullanıldığından zayiatın belirlenmesi güçleşmiş ve çeşitli rakamlar ortaya atılmıştır. Bu rakamlar ile arasında değişmektedir. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı’nın resmî kayıtlara dayanarak tesbit ettiği şehid sayısı ise Türk milleti bu savaşta çok sayıda yetişmiş insanını kaybetmesine rağmen, kendine has bir kahramanlık örneği sergileyen ordusu sayesinde, Balkan Savaşı’ndan kalma ezikliği üstünden atarak büyük bir askerî başarı kazanmıştır. Bu zafer bütün İslâm dünyası ve ezilmiş milletler için yeni bir ışık olmuş, Türk edebiyatında halkın hislerini dile getiren pek çok esere de konu teşkil etmiştir. [1] EDEBİYAT Çanakkale muharebeleri Türk edebiyatında çok sayıda şiir, makale ve hâtıra türünde yazılar yanında müstakil eserlerde de dile getirilmiştir. Bunların başında, Mehmed Âkif Ersoy’un Safahat’ının altıncı kitabı olan Âsım’da yer alan şiiri gelmektedir s. 411-413. İlk olarak 10 Temmuz 1924’te Sebîlürreşâd dergisinde nr. 608, XXIV, 145 “Âsım’dan Bir Parça” adıyla yayımlanan, Çanakkale şehid ve gazilerine hitap ettiği için “Çanakkale Şehidlerine” adıyla tanınan şiir, gerek kuruluş gerekse muhteva bakımından bu savaşı, Mehmetçiğin kahramanlıklarını realist tablolar halinde, çok heyecanlı, coşkun ve duygulu bir ifade ile tasvir etmiştir. Mehmed Âkif bundan başka daha 1915’te, savaşın devam ettiği sıralarda görevli olarak bulunduğu Berlin’den Çanakkale Savaşı’nı günü gününe takip ederek “Berlin Hâtıraları”nın sonunda 322-325, “Beş altı pençe bir olmuş boğazlamakta bizi/Silindi gitti hilâlin şu anda belki izi” şeklinde başlayıp seksen mısra kadar devam eden ilk şiirini yazmıştı. Burada, Çanakkale’de ölüme meydan okurcasına arslanlar gibi dövüşen Mehmetçiğe dayanmasını tavsiye eder ve onun şaire verdiği, “Cihan yıkılsa emîn ol bu cephe sarsılmaz” cevabıyla şiir sona erer. Çanakkale muharebeleri için yazılan en tanınmış şiirlerden biri de dönemin padişahı Sultan V. Mehmed Reşad’ın beş beyitlik gazelidir. Şair Sâfî Efendi tarafından manzum olarak Arapça’ya da çevrilen bu şiire o yıllarda birçok tahmis ve nazîre yazılmıştır. Bunların arasında bilhassa Yahya Kemal’in tahmisini çok beğenen padişahın ona bir altın saat hediye ettiği rivayet edilir. “Tahmîs-i Gazel-i Hümâyun” başlığını taşıyan şiirin ilk bendi şöyledir “Cepheden topları ejder gibi bârû-efken / Arkasından gemiler bir sürü dîv-i âhen / Gökte tayyârelerinden saçarak nâr-ı fiten / Savlet etmişti Çanakkala’ya bahr ü berden / Ehl-i İslâm’ın iki hasm-ı kavîsi birden” tamamı için bk. Eski Şiirin Rüzgârıyle, İstanbul 1962, s. 109-110. Abdülhak Hâmid de düşman kuvvetlerinin Çanakkale’den çekilmesi üzerine padişahın isteğine uyarak “İlhâm-ı Nusret” adıyla yetmiş mısralık bir şiir yazmış, ayrıca bu vesile ile kaleme aldığı “Millî Tekbir” isimli diğer bir şiiri Rauf Yektâ Bey tarafından bestelenmiştir güfte ve notaları için bk. Tezeren, s. 16-17. Ziya Gökalp da hece vezniyle 15 kıtalık “Çanakkale” adlı hamasî bir şiir yazmıştır. Ayrıca Ahmed Nedim’in “Çanakkalenin Ölmez Hatıralarından” üst başlığı ile yayınlanan ve ateş altında süngüsünden kurduğu mihrap önünde namazını kılarak Kanlısırt’taki nöbetine koşan eri tasvir eden “Namaz” adlı uzun şiiri bir iman ve vatan destanı olarak kabul edilmiş ve büyük rağbet görmüştür. İdris Sabih’in Çanakkale muharebelerinde şehid olan kardeşi için hece vezniyle ve samimi duygularla yazdığı “Kardeşime” adlı dramatik şiiri de o yıllarda çok beğenilmiştir. Aslında İstiklâl Savaşı için yazılmış olan, fakat Çanakkale cephesinde gösterilen kahramanlıkları da kuvvetle ifade eden, belki de bu sebeple Çanakkale tepelerine yazıldığı için Çanakkale ile âdeta özdeşleşen Necmettin Halil Onan’ın “Bir Yolcuya” adlı epik şiiri de hâfızalarda yer etmiş bir manzumedir. Muharebeler devam ederken başkumandanlığın daveti üzerine 11 Temmuz 1915’te Çanakkale’ye giden Ağaoğlu Ahmet, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Celâl Sahir Erozan, Hıfzı Tevfik Gönensay, Hakkı Süha Gezgin, Hamdullah Suphi Tanrıöver, ressam Çallı İbrahim, ressam Nazmi Ziya, Selâhaddin, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfeddin, Mehmed Emin Yurdakul, Muhiddin, mûsikişinas Rauf Yektâ, Yusuf Râzî Bey gibi sanatkâr ve edebiyatçılar savaşın cereyan ettiği yerlerde incelemelerde bulunmuşlar, dönüşlerinde savaşla ilgili duygu, düşünce ve gözlemlerini çeşitli şiir ve yazılarla dile getirmişlerdir. Enis Behiç “Çanakkale Şehidliğinde” adlı şiirinde hissiyatını ortaya koymuş, aynı toplulukta yer alan İbrahim Alâeddin Gövsa bu ziyaretteki hissiyatının ifadesi olan şiirlerini Çanakkale İzleri İstanbul 1926 adıyla kaleme aldığı eserinde toplamıştır. Faik Âli de Ozansoy “Kala-i Sultâniyye Müdâfîlerine” adlı bir şiir yazmıştır. Zaferin hemen arkasından hazırlanan Yeni Mecmua’nın Çanakkale özel sayısı 28 Mart [?] 1334 r.; yeni yazıya aktarılan bazı parçaları için bk. Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, İstanbul 1981, I, 1-50, birçok yazar ve devlet adamıyla yapılan mülâkatları, çeşitli şiir ve yazıları ihtiva etmektedir. Aynı yıllarda çıkan Donanma Mecmuası ile Harb Mecmuası’nda Çanakkale savaşlarıyla ilgili kahramanlık şiirleri yayımlanmıştır. Bunların bir kısmı Çanakkale Savaşları Kahramanlık Şiirleri Antolojisi adlı derlemede yer almıştır haz. Ziver Tezeren, İstanbul 1990. Bunlardan başka Yahya Saim’in Ozanoğlu Hilâlin Gölgesinde Çanakkale-Kūtü’l-emâre Zafer Destanı ile İstanbul 1332; 2. bs. [hz. Hasan Kolcu], Ankara 1991 Mithat Cemal’in Kuntay 28 Kânûn-ı Evvel Çanakkale Hakkında Manzum Tiyatro İstanbul 1334 adlı eserleri de konu ile ilgili diğer bazı kitaplardır Çanakkale Zaferi’nin yukarıda belirtilenler dışında devrin tiyatro, hikâye ve romanlarıyla mensur eserlerindeki diğer örnek ve akisleri hakkında geniş bir değerlendirme ve iktibaslar için bk. Enginün, s. 111-129. Ömer adlı bir yazarın kaleme aldığı Seddülbahir’de Sağ Cenahta Birinci Fırkanın Şehitler Sırtı Destanı adlı küçük risâle de İstanbul 1915 hadiseyi sıcağı sıcağına dile getiren bir eserdir. Çanakkale zaferi ile ilgili eserler arasında Nihal Atsız ve sekiz arkadaşının 3 Ağustos 1933 tarihinde Çanakkale’ye yaptıkları gezinin anlatıldığı Çanakkale’ye Yürüyüş İstanbul 1933 adlı eserin bazı aşırı tarafları dışında Çanakkale şehidlerinin bütün yurt sathında ve resmi törenlerle her yıl anılması gerektiğini gündeme getirmesi bakımından ayrı bir yeri vardır. O yıllara kadar vapurla Seddülbahir veya Arıburnu önlerine gidilerek kıyıya dahi çıkılmadan, bazan mevlit okunarak bazan da çeşitli eğlenceler düzenlenip nutuklar verilerek yapılan bu mahallî anma faaliyeti sonraki yıllarda her 18 Mart’ta nâdiren bazı cumhurbaşkanı ve başbakanların da katılımıyla Çanakkale’de ve bütün yurt çapında zaferin ve şehidlerinin şanına uygun anma törenleri düzenlenmeye başlamıştır. Çanakkale’ye bir şehidler âbidesi dikmek için gençliği harekete geçirmek maksadıyla kaleme alınan Çanakkale Âbidesi adındaki küçük kitap da İstanbul 1936 neticesi itibariyle önemlidir. Halûk Nihat Pepeyi Çanakkale savaşlarını Çanakkale Destanı İstanbul 1936 adlı kitabında işlemiştir. Galip Çaka 18 Mart 1915 Çanakkale Destanı Hasan-Mevsuf Çanakkale 1952 adlı manzum kitapçıkta Dardanos bataryası kumandanı Hasan ile takım subayı Mevsuf’un şahadetlerini destanlaştırmıştır. Oğuz Ermumcu aynı konuda Çanakkale Destanı Ankara 1986 adlı bir eser hazırlamıştır. Sadri Karakoyunlu, Türk Askeri İçin Savaş Şiirlerinden Seçmeler 1914-1918 Ankara 1987 adını verdiği antolojisinde Çanakkale için yazılmış birçok şiire yer vermiştir. Ruşen Eşref Ünaydın, Çanakkale muharebelerine katılmış yedi gaziyle yaptığı mülâkatları Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki adıyla kitap halinde yayımlamış Ankara 1960, 1990, Çanakkale muharebelerini onları yaşayanların ağzından çok canlı şekilde gözler önüne sermiştir. Mustafa Necati Sepetçioğlu, “Çanakkale İçinde Bir Dolu Desti” ismiyle Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu için hazırladığı senaryoyu daha sonra … Ve Çanakkale-Geldiler İstanbul 1989, … Ve Çanakkale-Gördüler İstanbul 1989, … Ve Çanakkale-Döndüler İstanbul 1989 adıyla üç ciltlik bir roman serisinde ele almıştır. Anadolu’nun hemen her yöresinde o yörenin amatör yazarları tarafından tiyatro oyunu haline getirilen ve okullarda temsil edilen Çanakkale muharebeleri halk edebiyatı mahsulleri içinde de yer almıştır. Bilhassa, “Çanakkale içinde sıra selviler / Binbaşılar oturmuş asker öğütler” mısralarıyla başlayan ve günümüzde de çok yaygın olan halk türküsü, Çanakkale muharebelerindeki millî vicdanın hüzün dolu anonim ifadesidir. Bu türkü ayrıca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan diğer halkların edebiyatlarına da geçmiş olup bugün özellikle Balkanlar’da yaşayan Türkler ve Arnavutlar arasında şekil, muhteva ve ezgi açısından bazı değişikliklere uğramış olarak yaşamaktadır. Yetmiş beş yıldan beri millî hâfızayı tazeleyen bu türkü marş, destan ve ağıt gibi eserlerin ortak özelliklerini taşımaktadır. Halk edebiyatı mahsulleri arasında, Çanakkale’de şehid olanlar için bazan onların ağzından yazılmış çeşitli destanlara da rastlanır. Bunların içinde, Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa adlı bir şehidin üstünden çıkan kendisine ait “Çanakkale Destanı” en tanınmış olanıdır. Eyüplü Mustafa Şükrü’nün Çanakkale Bombardımanı ve Şanlı Askerler Destanı İstanbul, ts., Çanakkale Şarkısı İstanbul 1915 ile Çanakkale Kabatepe Muzafferiyat Destanı İstanbul 1915 adlarını taşıyan üç destanı yanında Abdülgaffar Kemâli’nin Çanakkale Önünde Düşmana Kan Kusduran Arslan Yürekli Kahraman Mehmed Çavuşun Müdafaa-i Vatan Destanı İstanbul 1915 ve nazımı meçhul Çanakkale Destanı İstanbul 1331 tesbit edilebilen diğer destanlardır. Behçet Kemal Çağlar’ın “Ankaralı Âşık Ömer” takma adıyla yazdığı Çanakkale destanı da daha sonraki yıllarda yazılmış güzel örneklerden biridir. Çanakkale muharebeleri birçok şair ve yazara ilham kaynağı olduğu gibi çok sayıda Türk ve yabancı devlet adamının hâtıraları içinde de yer almıştır. [2]
ÇANAKKALE İLE İLGİLİ HİKAYELER BULUTUN KORUMASI Menkıbelerde bir başka mucizevî yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu biçimindedir Olay şu şekilde anlatılmaktadır; “ O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı Alay, Azmak Deresi’nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yürüyordu Karşılarında küçük bir tepe vardı Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut durmaktaydı alay, sol taraftaki Ağıl Dere’ ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe’ den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır” SEYİT ONBAŞI 1889-1939 Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık Manastır köyünde dünyaya geldi Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti KINALI HASAN Çanakkale’de araştırmacı-yazar Salim Dağ ile beraberiz Salim Bey’in hazırlamış olduğu birçok kitabın konusunu Çanakkale Muharebeleri teşkil ediyor Edirneli bu muhterem insan, Kayseri’de de öğretmenlik yapmış Bendeniz de Kayserili bir eğitimci olarak Edirne’de beş yıl öğretmenlik yaptığım için ortak taraflarımız da çoktu Benim Çanakkale’yi gezmek gibi, onun da anlatmak gibi bir görevi vardı Böylece onun tatlı dilinden Çanakkale ile ilgili birkaç hatırayı da dinleme fırsatı buldum Bunlardan birisi Çanakkale’de şehit olan askerlerimizden Yozgatlı Hasan’la ilgili Yozgatlı Hasan’ın lakabı da “Kınalı Hasan” olmuş Çanakkale’de Hasan, Yozgat ilinin Sorgun kazasına bağlı Kara Yakuplar köyünden… Daha bıyıkları terlememiş bu delikanlı, kendisi gibi gencecik arkadaşları ile beraber yayan yapıldak yürüyerek Yozgat’tan çıkıp Çanakkale’ye ulaşmışlar Burada 64 Piyade Alayı, 1 Tabur, 2 Bölüğe intisap edip çakı gibi Mehmetçik olmuşlar Zaten taburlar, alaylar Çanakkale’de eriyip bittiği için cepheye gelen gönüllülere şiddetle ihtiyaç vardır İkinci bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerini savaşa hazırlamak için onların talimlerinden boş kalan istirahat anlarında onlarla tanışıp konuşmaya başlardı Böyle bir vakitte Yüzbaşı Sırrı Bey, Yozgatlı Hasan’la da tanıştı Hasan’ın başındaki kına Sırrı Bey’in dikkatini çekti Cepheye gelen askerlerin sağ ellerinde, sağ elinin üç parmağında ya da sağ ayağının parmaklarında kına görmeye alışıktı Sırrı Bey ama baştaki kınayı ilk defa görüyordu Hasan’a bunun mânâsının ne olduğunu sorduğunda Hasan utandı, üzüldü ve dedi ki komutanına -Komutanım, buraya geleceğim vakit anam yaktı bu kınayı Ben de niye diye sormadım Sırrı Bey -Öyleyse bir mektup yaz da sor bakalım, biz de öğrenmiş olalım Hasan -Ben yazı yazmasını bilmem ki komutanım Sırrı Bey -Öyleyse sen söyle bölük yazıcısı yazsın köyüne, bakalım ne cevap gelecek? Hasan -Baş üstüne komutanım Bir istirahat anında bölük yazıcısı Hasan’ın yanına gelir Hasan söyler, o yazar Selam kelamdan sonra Hasan, bulunduğu yerin güzelliğinden, çiçeklerin kokusundan, arkadaşlarının dostluğundan, komutanının tatlı dilinden bahsettikten sonra, konuyu kınaya getirir -Anacığım, kumandanım saçımdaki kınayı sordu, ben bilemedim Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum Kardeşlerimi askere gönderirken sakın onların saçlarını kınalama Onlar benim gibi mahcup olmasınlar Kınanın bir mânâsı varsa bildir de kumandanıma söyleyeyim Mektup Yozgat yollarına çıkar Cevap gelir mi gelmez mi, anasına ulaşsa okur mu, okutur mu belli değil Lakin Çanakkale’de sırtlan gibi saldıran düşmana karşı koymak lazım geldiği için ihtiyat kuvvetlerinin fazla bekleyecek zamanı yoktur 2 Bölük de savaşın en çetin alanlarında görev yapar Bu öyle bir harptir ki, dünyada eşi benzeri olmayan bir vahşet yaşanmaktadır Anadolu’nun kınalı koç yiğitleri, ellerindeki kıt imkânlarla, adeta etten bir duvar örüp düşmana geçit vermeden namusları için, vatan için buruşmaya başlamışlardır Bu ateş cehenneminde nice kınalı koç yiğitlerimiz, körpecik delikanlılarımız şehit olmakta, Avrupalının kan içen canavar makineleri, gemileri, topları Gelibolu’yu bir kan gölüne çevirmektedir Aradan iki ay geçmiştir Bir gün Yüzbaşı Sırrı Bey’in bölük karargâhına birkaç mektup ulaşmıştır Yozgat’ın Sorgun İlçesi Kara Yakuplar köyünün köy kâtibi mektubu Hasan’ın anasına ulaştırmış ve anasının söylediklerini de yazıp cepheye yollamış Mektup da anası şunları yazmış “Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum, Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu Köy kâtibi okudu, ben ağladım Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babının yarısıdır Sakın ola yavrum kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme Ateşe bas dese basasın yavrum Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz Elbette öylesi yakışır yavrum Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir Sakın onları incitme yavrum Südümü sana helal etmem Kumandanın saçındaki kınayı sormuş Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni Hz İsmail’e kardeş seçtim O da kurban edilmek istendiğinde kınalanmamış mıydı? Yavrum, kıyamet günü, mahşer yerinde, o kına senin işaretin olacak, o kalabalıkta seni kolayca bulacağım Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrına basacağım Anan Hatçe” Sırrı Bey, iki gözü iki çeşme mektubu okur Sonra posta erini çağırır -Şu Yozgatlı Kınalı Hasan’ı bulun bakalım Mektubunu ona ben okuyacağım, onun okuması yoktu Çok geçmez posta eri geri döner -Kumandanım Hasan bir hafta önce Arıburnu’ndaki şiddetli muharebede Hakk’a yürümüş Sırrı Bey, orada göz yaşarı içerisinde yana yakıla bağırmaya başlar - Bilmeliydim, bilmeliydim Kurbanların kınalı olması gerek Bu yiğitlerin hepsi de kınalı… vatana kurban seçilip gönderildiler Bunların hepsi de kınalı kuzu, hepsi de Hasan gibi… Bilmeliydim, bilmeliydim NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O'nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı, Hakkı Bey’in na’şını da karaya çıkardı Anadolu Feneri’nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir Bundan başka bulutun koruması ile ilgili anlatılan iki menkıbe daha vardır Yine “Uçan Türkler” adlı anlatılan bir menkıbe daha vardır GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA Türkler’in başka M Kemal’in Omega saatinin parçalanması suretiyle kendisine hiçbir şey olmamasıdır Bu olay, Anadolu’nun pek çok yerinde, farklı şekilde anlatılır Bu olay’ yazılı olarak en güzel şekilde Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Mustafa Kemal ile Mülakat” adlı eserinde şöyle verilir “Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa’nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle _”Bu şarapnel parçasından biri Paşa’nın göğsünü okşamıştır!”dedi _Nasıl? Dedim Paşa, tespihi ile oynuyordu Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzları şıkırt yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabaresine şöyle anlatıyordu -Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası idi. Paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin kuvvetlice çarptığını duymuştur -Evet sağ taraftan ceketimde bir kurşun yeri gördüm Yanımda bulunan zabitRahmetli Nuri Canker Bey”Efendi, vuruldunuz” dedi. Ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm Elimle zabitin ağzını kapadım “Sus” dedim Cevat Bey devam ediyordu -“Bir şarapnel misketi, göğsünün sağ tarafını tamamen Omega saatinin bulunduğu cebe isabet etmişti Saat, parça parça oldu, fakat o darbe, Paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemiştir” dedi -O saat sizin için tarihi bir saattir Görebilir miyim efendim? Dedim Paşa -“O saatin enkazını, bu muharebeden sonra Liman Paşa hatıra olarak aldılar Bana da kendilerinin aile-i asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler Cevat Bey saati gösterdi mega markalı siyah bir saat Arkasında bir taç ve “L2” markaları ve Paşanın kırılan saati de Mekteb-i Harbiyeden beri sakladığı Omega markalı kuvvetli bir talebe saati imiş Cevat Bey Zenınnth marka bir bilezik saatini gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşaya o kurşunun değdiği esnada yanında bulunan genç Mülazım vermiş Askerin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir Kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu Omega saati, Türk milleti için kendini feda etti, Komutan Mustafa Kemal’i kurtardı Türk ordusunun Kumandanını, Türk milletini, Ortadoğu’yu, insanlığı kurtardı. GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI “ İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu. Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm, henüz sağ idi. Yanına kadar gidebildim. Onu o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem “ Kardeşim niçin böyle ah edip ağlarsın, benim ciğerimi dağlarsın! Allah’ in verdiğine merhaba! Takdir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazası geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir. Arzuladığım savaş yolunda oldu. O saadet bana yeter! Sen sağ kalırsan, anamın elini benim içinde öp! Emzirdiği sütleri helal etsin! ” dedikten sonra “ Başımı kıbleye doğru çevir! ” diye bildi… Ruhu çoktan uçmuştu… “ Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı. Bir müddet sessiz kaldı ve sonra “ Ahretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbemdiniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım! ” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti “ Karayürek deresi’ ne doğru iniyorduk Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında geziniyordum. Çok susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım. ” İNSANLIK DERSİ Çanakkale Savaşları’nda savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor " Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık – Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi " Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler… " Fransız Generali BRIDGES Çanakkale Savaşları komutanı. EDİNCİKLİ MEHMET ER " Edincikli Mehmet Er’in bir top mermisinin parçaladığı konumdan kanlar içerisinde bir et parçası sarkmaktadır. Yalvarırcasına " Komutanım ne olur şu kolumu kes! " Sağ eliyle yakaladığı ve tuttuğu sarkık kola bakan Teğmen donmuştur. Edincikli Mehmet Er tek ve emin sesi ile tekrarlar " Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu!!! " Bu ilahi cümleleri emir gibi işiten Teğmen Saip, bıçağı kola kola vurur. Gık bile dememiştir, Edincikli Mehmet. Bir sağ elindeki kola, bir ileride Allah! Allah! Nidaları arasında çarpışan erlere bakar ve kolu fırlatır " Bu kol vatana feda olsun, " der. Yerdeki et parçalarından başını kaldıran Teğmen’in karşısında kimse yoktur. Çünkü Edincikli, Hakla alış verişe başlayınca her şeyi, acıyı, özlemleri unutuyor, rahmet deryalarında, tecelli dalgalarında yıkanıp arınırken, kolunun fani bedenden ayrılma işlemini duymuyordu. O ateş, o yangın fakat getirilmez feryatlar içinde, Edincikli bu cehennemi ateş altında kendinden geçti. Bir avuç istek ve özlem halinde yandı, tüttü. Edincikli Mehmet, çoktan kolunun öcünü almak için vatan için Allah için hücum saflarına katılmıştı. Alayların içine karışır, teke tek vuruşur. Onu durdurmak mümkün değil artık, yine harikalar gösterir, bire bir dövüşür, bire on dövüşür, bire yüz dövüşür… Allah’ın yardımıyla haklamadığı kâfir kalmaz. Ama kaderden kaçılmaz ki! Kolunun kopmasıyla kaybettiği kan onu halsiz düşürmeye başlamış Edincikli’ye şimdi de şehitlik mertebesi ekleniyordu. Güzel yüzü soldu, sarardı, canı teninden süzüldü… Gözü dünyaya kapandı… " Teğmen SAİP Çanakkale Savaşlarından 12. Alay 1. Bölük Komutanı SAKA HÜSEYİN " İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı erlerinden Hayrabolu’lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktı. Bigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı. Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı " Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere" katır gide-gele bu yollara alışmıştır. Fakat yolda, Hüseyi’nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu " Pınar baştan bulanır İner dağı dolanır Al başımdan sevdayı Buna can mı dayanır. Rinna, rinna yârim Rinna, rinna. " Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak " deh" deyip akşam karanlığında yola koyulur. Siperlerde 2. Bölük su bekliyor. Yaralılar daha da çok su bekliyorlar. Birden bire, yanı başında iki karaltı beliriyor. Gavurca haykırıyorlar! " Dur! Kımıldama! " Hayrabolulu Hüseyin’in yapacak hiç bir şeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zekâ kıvraklığı ile düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, " Kumandan, kumandan?… " diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak " Emret gavur kumandan! " der. Derhal bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder. "Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir. Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi! " ve arkasından ilave etti. Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim der! " Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir… Gözleri dolar. İlk iş Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından öpmek. İkinci iş, Hüseyin’i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin’i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o " comed bell" kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kâğıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak… Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik’tedir. " Baki Vandemir Paşa Çanakkale Savaşları Komutanlarından. KAYBOLAN İNGİLİZ ALAYI "21 Ağustos 1915 günü savaşın en şiddetli ve son anlarında Anzak Suula Koyu 60. tepede gün ağrırken gök berraktı. Görünürde altı veya sekiz tane, hepsi birbirinin eşi olan ekmek somunu biçimindeki bulut, 60. Tepe’nin üzerinde yayılmış duruyordu. O sırada saatte 6 veya 8 kilometrelik bir hızla güneyden esen meltem olmasına rağmen, bu bulutların ne biçimleri ne de yerleri değişmiyordu. Meltemin etkisiyle kayıp gitmediler. Bunlar bulunduğumuz yere göre 60 derecelik bir yükseklikte asılı duruyorlardı. Bulut kümesinin tam altına gelen yerde toprağın üstünde duran aynı biçimde bir bulut daha vardı. Yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeydi. Bu bulut oldukça yoğundu. Yapısı katı maddeymiş gibiydi. İngilizlerin bulunduğu bölge savaş yerine 1000 metre kadar uzaklıktaydı. Bütün bunları Yeni Zeland kıtasının birinci sahra birliğine bağlı 3. bölükteki 22 asker öldü. Aralarında biz de vardık. İçinde bulunduğumuz siperden güneybatı doğrultusunda yere inmiş bulut duruyordu. Bulunduğumuz yer 60. Tepe’ye göre 90 metre daha yukarıda olduğundan üstten görebiliyorduk. Bu bulut daha sonra Kayaçık Dere denilen kuru bir derenin yatağına doğru ilerlediğinde onun daha önce durduğu zemine bütünüyle görebildik. Bu bulut diğerleri gibi açık gri renkteydi. Daha sonra 4. Norfolk Taburu’nun bu kuru dere yatağında harekete geçerek 60. Tepe’ye doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini fark ettik. Buluta vardıklarında hiç çekinmeden dosdoğru içine girdiler. Ama tekrar içinden çıkıp 60. Tepe’de savaşa katılan hiç bir kimse olmadı. Bir süre sonra askerlerin sonuncusu da görünmez olunca, bulut sanki yükünü almışçasına yerden yükseldi. Herhangi bir bulut gibi yukarıda duran diğerlerine ulaşıncaya kadar yavaş yavaş havalandı. Bu ana kadar yukarıdaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı Yerdeki bulut yükselip aynı hizaya gelir gelmez birden kuzeye doğru uzaklaşmaya başladılar. Trakya istikametine doğru gittiler. Bir saat içinde de gözden kayboldular. Savaş sonunda bu tabur kayıp veya yok edilmiş sayıldı. Anzak çıkarmasının 50. Yılında geç de olsa aşağıda imzası olan bizler anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz. BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkâm yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip “ Ne var evlat ?” diye sordu. Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu. “ Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?” O zaman nefer tok sesiyle “ Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. “ benim gözlerim göreceğini gördü” Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri hareket edemez hale getirilmişti. Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu. SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastahaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanım." BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU Valideciğim, Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...-Mustafa bu sütü nereden aldın? şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?-Evet, dedim. Evet, ne kadar onun çobanından 10 paraya aldım. Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi." Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim -Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur. "Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!" Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi. Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı? Kadir'e mektup yazdım. Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir. Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister. Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun. OğlunHasan Etem4 Nisan 133117 Nisan 1915
çanakkale savaşı ile ilgili hikayeler