BDVlk11. Çiçekçedir Yaşar Kemal’in dili Gönül Kıvılcım Onu okurken Türkçe sütbeyaz olur. Anlattığı dikenlerin tersine dikensizdir İnce Memedin babasının dili. Dokuz yaşına kadar evde Kürtçe konuşup sonra Türkçeyi şahlandıran Yaşar Kemalin sözcükleriyle tanışanlar iflah olmaz bir daha. Yatar kalkar rüyasında “hiçbir şeysiz” köyleri görür, açıkta yatan pamuk ırgatlarını, Toros ülkesindeki eşkıyaları, köyün karıncasıyla bile konuşmayan Meryemceyi, bir avuç una muhtaç, açlık korkusuyla terbiye olmuş köylüyü, onu bunaltan Çukurova sivrisineğini, resmi tarihin sakladığı tekmil yoksulluğu, ezeni ezileni, kötülüğü görür. Üstelik kötülüğü kendi anadilinde anlatır o. Çiçekçedir onun anadili Ceyhun Atuf Kansu’nun usta romancıya seslenen şiirinde dediği gibi Ki sen doğadansın çiçekçedir anadilin. Peryavşanlar baygın baygın kokar, mağara ağzındaki su pürenleri taze taze. Top top çalılıklar, bataklıklar, yeşil çayırlar, bodur ağaçlar, sel yatakları, dağlar büyülü bir dille seslenirler dertlerini. Eğilip o bodur ağacı görmüş kadar olur okur. Yazarın tarif ettiği insanlarla tanışır güneş, Çukurova’nın üstüne doğru sarkar giderken. Sömürünün de dili çiçekçe olur muymuş demeyin. Diken de çiçektendir. “Yumuşacık bir adammış, pamuk gibi. Uz konuşurmuş… Ötelerden, uzaktan bakınca dağ gibi olur, heybetlenirmiş. Gözlerinden ateş saçarmış. Yanına varınca, eğer durgun bir zamanındaysa çocuklar gibi küçücük olurmuş. Öfkelendiğinde tüyleri dikilir diken gibi olurmuş. Saçları da diken gibi olurmuş. Öfkelendiğinde yanında da olsan kocaman olurmuş.” İnce Memed Harıl harıl bir türkçe. Harlı, bekledikçe kıvamlanan, bekledikçe daha yakıcı. Günlerden bir gün, Adana’ya gemsiz yaz sıcağında ayak basıp sarı sıcak teninize değdinde aklınıza onun adını düşüren. Düşlere dalmak içindir edebiyat. Şimdi Yaşar Kemal en uzun düşüne dalmışken onu kaybettik diyorlar. Büyük yazarlar kaybolmaz. Doksan iki yaşında hayata gözlerini yuman, ırgatlık,arzuhalcilik, kütüphane memurluğu yapmış Yaşar Kemal’in kurduğu cümleler, yarattığı karakterler, arkasında bıraktığı kitaplar ve sarsıcı başlayıp hep öyle süren bir eser kadar okunası hayatıdır onu bize kazandıran. “Sağa saptı. Bir zaman koştu. Sonra yoruldu. Yorulunca çakırdikenlerinin içine yattı. Sol yanında bir karınca köresi gördü. Karıncalar iri iri. Körenin ağzında cıvıl cıvıl kaynaşıyorlar. Bir zaman her şeyi unutup karıncalara daldı.” İnce Memed Dört yaşındayken babası camide gözü önünde öldürülünce anası intikamını alsın diye dua eder ama onun intikamı sözcükler olacaktır. Bize emanet kalan sözcükler. Yaşar Kemal’in göçlerden, babasının anlattığı göç maceralarından, Hemite’nin yılan kaynaşan doğasından devraldığı. Ölümlerden süzülen, onun hiç dinmeyen öfkesinden akıp gelen, kudurtan sıcakta Anavarza kayalığının gölgesine sığınmış, sivrisinek bulutlarını, Torosların kuşatması altında, dümdüz ovada pamuk toplayan ırgatları tanıyan sözcükler. Yaşar Kemal ulu bir kartal gibi gökte tek başına uçarken öldü. “Ölmez Otu“daki Koca Halil’in ağzından söylersek Şu gördüğün tek başına kalmış, yaşlı, ulu kartal bir daha kartallar sürüsüne katışmaz. Ölene dek tek başına geniş gökte dolanır durur… Ben yaşlı, tezikmiş kartallara çok hürmet ederim, anladın mı oğul, Memidik? Bu ulu kartallar gökte ölürler.” Yaşar Kemal bugün toprağa gömülecek; o gökyüzünü mağripten maşrıka, maşrıktan mağribe geze dursun onun sözcükleri de bizim yüreğimize gömülü. Gönül Kıvılcım – 2 Mart 2015 Bunlar da ilginizi çekebilir “İstanbul’da Kütüphane ve Şehrin Sesleri” söyleşisi 4 Nisan’da“Labirentini Ören Şair Enis Batur” söyleşisi 2 Nisan’da » Adana’da doğup büyümüşler, hele ki okumuş yazmış, şiire, romana, sinemaya gönül vermiş her Çukurovalı, Yaşar Kemal’le övünür! Yaşar Kemal’in hemşerisi olmanın gururunu yaşar ya da koltuğu kabarır! Her Kolombiyalının Gabriel Garcia Marquez’le, her İngiliz’in Shakespeare’le övünmesi gibi… İnanın, istisnasız böyledir. Ortak aklın, ortak sevginin parçası gibidir Yaşar Kemal...İnsanlar memleketinden çıkmış sanatçılarla övünür ama Adana’nın yazıya çiziye meraklı olanları, durduk yerde, olur olmaz yerde gurur duyar!Bu ender yaşanan bir durumdur ve çok güçlü bir bağ kurulur Yaşar Kemal’le...Siyaseten hangi eğilimden olursa olsun, Adanalılar için semboliktir Yaşar Kemal... Pamuk gibi, portakal, Adana kebabı gibi!..Bu arada fikren çook ayrı düşünse de kentin Belediye Başkanı da Yaşar Kemal’in heykelini diker!..Çünkü Yaşar Kemal sadece Çukurovalı değildir, sadece evrensel romancı değildir; öyle ya, vicdanın da adıdır, onurun-gururun karşılığıdır ve tertemiz gelip geçmiş bir hayatın öznesidir. Babam ki okumaya meraklı bir adamdı. Adana’nın arka sokaklarında berberlik yaptı 50’li yaşlarına kadar. Yaşar Kemal’i tıraş etmişliği de vardı 1950’lerde…Mektebe başladığım zamanlarda “oku” diye verdiği ilk kitap, Yaşar Kemal kitabıydı. İnce Memed ve Teneke’ yıllarımda Tommiks, Teksas da karıştırdım ama “Evladım, bizim buraları, Çukurova’yı anlatıyor, bizi anlatıyor, çok büyük yazardır her fırsatta oku!” derdi. Öyle yaptım…Ki sonraki yıllarda tanıyınca, hele ki pek çok defa belgeselini kotarınca, romanlarının ve yaşamının ayrıntılarına hâkim olunca, baba yarısı saydım Yaşar Ağabey’i…Bu arada Yaşar Kemal de açıkçası Çukurovalılara az biraz torpil geçmiştir! İstanbul’a taşı toprağı altın diye gelenlere, ya da yazarçizer, oyuncu olmanın hayalini kuranlara hep kol kanat gerdi, Kemal’in Çukurova insanına ağabeylik yapması doğaldır dilin, aynı doğanın, aynı iklimin, aynı argonun çocuğudur çünkü. Yaşar Kemal, Çukurova’da çok acı çekmiştir! Çok bela geçmiştir başından ama bir o kadar da Çukurova’dan beslenmiştir. Hapislerde yatmış, ırgatlık yapmış, arzuhalci olarak didinmiş, yoksul ve yoksun kalmış… Ama…Çukurova’nın börtü böceğini, toprağını, dokusunu ve elbette insanını çok ama çok iyi hissetmiş, öğrenmiştir. Ve çok iyi de anlatmıştır destancısını, eşkıyasını, yaylasını, göçeri-göçmenini, hayal ve umutları muhteşem aksetmiştir romanlarına. Büyük serüvenleri sayfalarca anlatıp durmuştur. Torosların geleneklerine, insanın doğayla uyumuna, doğanın dönüşümüne, erozyonuna, tahribatına, Çukurova’nın binbir çiçekli bahçesine, ovasına o kadar hâkimdir ki... Baskılar karşısındaki Çukurova insanının başkaldırışına… Mübadeleden kırılanlara, toprağından göçmek zorunda kalanların trajedisine, paramparça oluşuna öylesine eğilmiştir ki…Ve o denli evrensel ve lirik anlatmıştır ki, bu yüzden 40 dile çevrilmiştir eserleri. Çukurova üzerinden büyük insanlık hikâyeleri anlattığı içindir ki, Torosların izbeliklerindeki İnce Memed’in başkaldırdığı Abdi Ağa… Sicilya’daki zalimdir… Ya da San Francisco’daki çete reisi... Ya da büyük kentlerden birindeki gözü kara insanlık düşmanıdır aslında! Kısacası, Yaşar Kemal! Türkiye’nin evrensel yazarı, Çukurova’nın tasvir ustası. Onun bıraktığı izlerde dolaşmak muhteşem!Güller içinde uyusun… Çok özlüyoruz onu, çok!Yaşar Kemal’in Çukurova’sı, benim de âşık olduğum Çukurova’ydı. Erkenden düştük yollara… Muhteşem bir ekiptik. Işıl ışıl gözlerle dinleyen dostlar, her ağıtta gözyaşı döken, her şakada kahkaha atan yurdun dört bir yanından gelen bir avuç Yaşar Kemal’in Çukurova’sı’ gönüllüsü insan. Ezgilerle, türkülerle, yollarla, zamansız bir hayata bıraktık kendimizi… Ben anlatıcıydım ama yine öğrencilik yaptım. Yine öğrendiklerimi tazeledim. Taze bir ruhla döndüm İstanbul’a. Teşekkürler Barış Ataş, teşekkürler Selçuk... Düş Patikası’ndaki yolculuğumuz için…Anavarza-YılankaleYıllar boyu ironi yapılır. Yaprağın düşüşünü, kartalın uçuşunu, böceğin ötüşünü sayfalarca anlatır her romanında. Roman kahramanı olur her bir doğa parçası, sonra olaya’ geçer usta yazar. Romanlarında çokça geçen Yılankale ve Anavarza’dan düz ovaya baktığınızda az bile yazdığını düşünürsünüz. Uçsuz bucaksız muhteşem bir Ova… Hele ki 50’ler 60’lar Çukurova’sı ki… Yeşilin her tonu, renklerin her biri, çiçeğin bin bir çeşidi, taşların sırrı... Büyük uygarlığın izi vardır Anavarza’da bir de. Surlar, kaleler, yollar, kapılar... Binlerce yıl öncenin yaşanmışlıkları alıp götürür; gözünüzden yaş gelir, geçmiş uygarlıkların üzerinde yaşamaya devam ettiğinizi hissedince…Anavarza Kalesi ve Yılankale, hem yakın hem uzaktır birbirine ama Yaşar Abi çok anlatır her iki kaleyi, her iki kaleden kuşbakışı görünen Çukurova’yı... Kuş demişken! Kartalları da anlatır tabii. Çocukluk yıllarında Anavarza Kalesi’nde çokça olan ama doğa tahribatı sonucu, zirai ilaçların kullanımı nedeniyle şimdi yok olan kartalları. Artık gelmez olur kartallar! Size üzücü bir haber daha vereyim. Anadolu’nun büyük uygarlıkların beşiği olmasıyla övünürüz de, uygarlıklardan bize kalan mirası koruyamayız. Görüyorsunuz! Fotoğraflarda da görüyorsunuz, anlatmama gerek yok! Anlatmayacağım, görüyorsunuz! Kazılardan çıkarılan antik taşların nasıl tulumba yalağı olduğunu, nasıl mangal haline getirildiğini ve dut ağacına çıkmak için merdiven niyetine nasıl da kullanıldığını… Doğum yeri hemite13 yaşına kadar büyüdüğü, babasının öldürülüşüne tanık olduğu Hemite Camii… Gün doğumunun ve gün batımının efsaneleştiği Ceyhan Irmağı… Yaşar Kemal’in sağlığında yapılan ve açılış törenlerinde mutlu olduğu Yaşar Kemal Kültür Merkezi ve bence Yaşar Kemal heykeli’ diye de tanımlayabileceğimiz İnce Memed anıtı’. Öyle ya, Yaşar Kemal de haklının yanında vicdansıza başkaldırının sembolü… Köylülerden mutlusu yoktur. İşte burası Hemite Kalesi, Yaşar Abi çok çıkmıştır çocukluğunda, çelik çomağı kalenin zirvesinde oynamıştır. İşte, anası Nigâr Hanım, babası ki öldürülmeden önce gözünün önünde, bu evin avlusunda kurmuştur çocuk hayallerini… Ve işte Yaşar Kemal Parkı… Bu Park’ta her yıl 3-5 şenlik yapılır. Çocuk şenliği ki, ilkokul çocukları Yaşar Dede’lerinin resmini yapmak için yarışır. Romanlara konu olan Ceyhan Nehri kıyısında hiç değişmez börtü böcek sesi, sazlıklardan havalanır karabataklar…Yaşar Kemal’in yiğit kadını Halet Çambel, Yaşar Kemal’in “yiğit” diye tanımladığı Prof. Halet Çambel... Geç Hititler uygarlığını 75 yıl boyunca kazıp durdu. Ortaya Karatepe’de “Açık Hava Müzesi” çıkıverdi. Selvi Boylum Al Yazmalım filminin de çekildiği mekânları kapsar. Barajıyla, kazdıkça çıkan muhteşem hazinesiyle bir cennettir, bir derstir… Yaşar Ağabey, 1950’lerden bu yana ekibiyle kazı yapan Halet Abla’yı hiç yalnız bırakmadı. Çok anlattı onu kitaplarında, çok yakın dost oldu. Çukurova’sındaki antik hazineyi kazandırdığı için ömür aldı Halet Çambel’den, ömrüne ömür kattı… Aslan heykelini görüyorsunuz. Sadece bu heykel 8 yılda çıkarıldı! Aslında muazzam bir aşk ve evlilik hikâyesi de var ki Halet Hanım’ın sayfalara sığmaz, roman olur! Şu kadarını yazalım. Nazım’ın ortak şiir kitabı çıkardığı Nail Çakırhan, ki babadan alaylı mimardır, Muğla evleri tadında evler binalar inşa etmiştir; Karatepe kazı şantiyesini de…Adana sokaklarında başladı İnce Memed Yaşar Kemal’in belalı, zorlu çocukluk ve ergenlik zamanlarının ardından geldiği ve Arif-Abidin Dino’yla tanıştığı Adana kenti… Şehrin eski mahallesinde “Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde iki yıl bekçilik yapar Yaşar Kemal. Ve gece gündüz, raflardaki tüm kitapları okur. Homeros’tan klasiklere, ilk dönem Türk edebiyatına; Karacaoğlan Dadalooğlu ve Köroğlu’na... Ne yazık ki Ramazanoğlu külliyesi tek binayla yerinde dursa da ne Kütüphane’den eser var ne de müştemilatlardan. Otluk, otoparklık ve depoluk olmuş. Ama özür niyetine 2 kilometre öteye, Abidin Dino’yla birlikte heykelini dikmişler Yaşar Ağabey’in...Yanında da bir başka efsane Orhan Kemal’in yarenliği… Üç dost, 60 yıl önce şimdi Büyükşehir Belediye Binası’nın yanındaki Halkevi Bahçesi’ne kurulur edebiyat konuşurlarmış. Yaşar Ağabey, tam o sıralarda başlamış yazmaya İnce Memed’i ve Abidin Bey sayesinde dönemin Cumhuriyet Gazetesi’ne başlamış. Muhteşem Çukurova röportajları ve İnce Memed tefrikası. Ve 40 dile çevrilmiş destansı roman… Orhan Kemal demişken, Adana’nın hüznüdür, ıstırap şarkısı gibi bir hayattır Orhan Kemal... O da acı çekenlerden... Pek çok romanını Milli Mensucat Adana Fabrikası’nda çalıştığı 7 yıl boyunca tasarlamıştır. Fabrika mı? O şimdi enkaz!Adana Sinema Müzesi’ Yaşar Kemal de orada, Orhan Kemal de, Yılmaz Güney de... Adana’nın bağrından kopup gelmiş tüm sinemacıların ya posterleri ya izleri ya afişleri ya da balmumu heykelleri var… Ki Yılmaz Güney’e ait oda’ var Müze’de…Adana’da film bobinleri taşırken, İstanbul’a taşınan ve Yaşar Kemal’e, Cumhuriyet’e uğrayan Yılmaz Güney… Yaşar Ağabey’in onu Atıf Yılmaz’la tanıştırması üzerine kamera önüne geçer, uzun ince bir yola girer. Hazin bir türküdür tabii… Adana’da çocuklukla başlayan macera, yine Adana’da bir film çekimi sırasında kesintiye uğrar ve uzak bir kentte sürgünde yaşamını kaybeder Yılmaz Güney… Hepimiz gözyaşı dökeriz. En çok da Yaşar Kemal ağlar… YAŞAR KEMAL 1922- Asıl ismi Kemal Sadık Gökçelidir. 1. Dünya Savaşı esnasında Van’ın Muradiye ilçesinin bir köyünden göç ederek Adana’nın Osmaniye ilçesine bağlı Gökçedam köyüne yerleşen bir ailenin çocuğu. Küçük yaşta bir kaza sebebiyle bir gözünü kaybetti. Beş yaşındayken babasının camide namaz kılarken öldürülmesine şahit oldu. Adana’da ortaokula devam ederken bir taraftan da çırçır fabrikasında işçilik yaptı. Ortaokulu son sınıfta terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, Adana Halkevi kitaplığında memurluk, vekil öğretmenlik, pamuk tarlalarında ırgatlık, ırgatbaşılığı, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Askerlikten sonra 1946 senesinde gittiği istanbul’da Fransızlara ait Havagazı firmasında çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptıktan sonra arzuhalcilik yapmaya başladı. 1950’de tutuklandı ve bir süre Kozan Cezaevinde hapis yattı. 1951’de salıverilince istanbul’a gitti. Cumhuriyet gazetesinde röportaj yazarlığı ile başladığı gazeteciliği fıkra yazarlığı ve kurduğu yurt haberleri serisinin yönetimi ile sürdürdü. 1963’te ayrıldığı gazetecilikten sonra kendini tümden roman yazma uğraşına verdi. 1974-75 senelerinde Türkiye Yazarlar Sendikasının kuruluşuna katıldı ve ilk genel başkanlığını üstlendi. PEN Yazarlar Derneğine üye seçildi, ilk romanı “İnce Memed” ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı na layık görüldü. 1974 tarihinde “Demirciler Çarşısı Cinayeti” adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü’ nü aldı. “Yer Demir Gök Bakır” Fransa’da 1977 yılında, Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından yılın en iyi yabancı romanı seçildi. “Binboğalar Efsanesi” 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı. 1982 yılında uluslararası Del Duca Ödülü’ ne değer görülerek 1984 yılında Fransa’ nın Legion D’Honneur nişanını aldı. Halen istanbul’da yaşamakta ve yazarlık ile yaşamını sürdürmektedir. ♦ Türkiye’de tarımdan sanayileşmeye geçildiği 1950’li yıllarda, Çukurova’nın geniş biçimde makineleşmeye açılması ve verimli topraklar üzerindeki ağalar arası rant savaşımının kızışması, bunun yoksul Çukurova köylüsü üzerindeki sonuçları, romanlarının ilk evresinin ana temasını oluşturmuş; köy ve köylü gerçeğini abartmadan destansı bir anlatımla yansıtmıştır. ♦ 70’li yılların ortalarından itibaren yazarlığında yeni bir yönelimin ürünleri olarak nitelenebilecek ürünler vermeye başlamış; “Al Gözüm Seyreyle Salih“, “Kuşlar da Gitti” ve “Deniz Küstü” romanlarında ilk kez Çukurova dışına çıkarak kenti ve deniz insanını konu edinmiştir. Anadolu insanının sözlü anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlardan, efsanelerden, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı bireşim ve üslup, onu her bakımdan özgün bir çağdaş sanatçı kimliğine ulaştırmıştır. Kurduğu imge ve mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın tüm yönleriyle anlatımı, kullandığı dil, yerel sözcükler ve deyimler, atasözleri, yakarışlar, sövgüler onun anlatımını canlı ve etkileyici kılan özelliklerdir. Şiirsel üslubu, olağanüstü düş gücü, modem romanla epik anlatım biçimlerini başarıyla bağdaştırması onu özgün kıldığı kadar güçlü de kılan özellikleridir. Romanları birçok dile çevrilmiş, sinemaya uyarlanmış, oyunlaştırılmıştır. Eserleri Öykü Sarı Sıcak Roman ince Memed, Algözüm Seyreyle Salih Çakırcalı Efe, Yılanı Öldürseler Kuşlar da Gitti, Deniz Küstü Yağmurcuk Kuşu Bir Ada Hikâyesi Serisi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları Dağın Öte Yüzü Serisi Orta Direk, Yer Demir Gör Bakır Ölmez Otu Demirciler Çarşısı Cinayeti Yusufçuk Yusuf Kimsecik Serisi Yağmur Kuşu, Kale Kapısı, Kanın Sesi Efsane Derlemeleri – Romanlar Üç Anadolu Efsanesi Ağrı Dağı Efsanesi Röportaj Allanın Askerleri Yanan Ormanlarda 50 Gün Çukurova Yana Yana, Peribacaları Bu Diyar Baştan Başa Bir Bulut Kaynıyor Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor Taş Çatlasa, Baldaki Tuz Ağacın Çürüğü Yaşar Kemal ya da doğum adıyla Kemal Sadık Gökçeli, 1923 yılında o dönem Adana sınırları içerisinde şimdiyse Osmaniye sınırları içerisinde olan Gökçedam’da eski adıyla Hemite doğmuş ; roman, senaryo ve öykü yazarıdır. Aslen Van-Ercişli olan yazarın ailesi I. Dünya Savaşı nedeniyle Adanaya göç etmek zorunda kalmıştır. Orta okul döneminde ırgat katipliği, memurluk, ırgatlık, kontrolörlük ve öğretmen vekilliği gibi çeşitli işlerde çalışmak durumunda kalan Yaşar Kemal hayatın zorluklarıyla olgunlaşmış birisidir. Edebiyat yapmayı çok küçük yaşlarda kafasına koymuş olan Yaşar Kemal, ilk sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle başlamıştır. İlkokul zamanlarında aşıklarla atışacak durumda olan yazar annesinin engel olmasından dolayı saz çalmayı tam anlamıyla Hayatı Türk Edebiyatın en önde gelen yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal yazın hayatına Türksözü gazetesinde 1939 yılında başlamıştır. İlk eseri olan Ağıtlar isimli kitabı Adana Halkevi tarafından 1943 yılında çıkartılan yazarın edebiyat dünyasındaki etkinliğinin başladığı yıl bu yıl kabul edilir. Yaşar Kemal’in dünyada ilk kez yayımlanan eseri, Bebek öyküsüdür ve önce Fransızcaya, sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya ve diğer çeşitli dillere çevrilmiştir. İlk öykü kitabı Sarı Sıcakla ünlenen yazar ilk romanı İnce Memedleyse hem ülkemizdeki popülaritesini arttırmış hem de dünyaca ünlü bir yazar olmaya başlamıştır. İnce Memed yaklaşık kırk dile çevrilerek yayımlanmıştır ve İnce Memed kitaplarının yurtdışındaki baskısı yüz kırktan fazladır. Dünyaca ünlü romanı İnce Memedi 1947 yılında yazmaya başlayan yazar çeşitli sebeplerle romanını yarım bırakmış ve sonrasında 1954 yılında bitirmiştir. Romanın fikir kaynağı yazarın eşkıya olan ve vurulan amcasının oğludur. Eserde yer alan Çakırdikeni hikayesi aslında bir bakıma eşkıyalığın felsefesinin yapılmasıdır. Yazar, Yaşar Kemal ismini ilk kez Cumhuriyet gazetesinde yazarken kullanmaya yaşlardan beri sosyalist politikanın içinde olan yazar dünyaya bakışını söyleşilerinde;” Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. […] Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.” diyerek ifade etmiştir. Yazar edebi çalışmalarında halka dönük olmayı seçmiş ve yapıtlarında insani değerlerden kopmamaya çalışmıştır. Yazar siyasi görüşüyle sanatının paralel olduğunu ve halk ve doğaya inandığını dile pek çok yapıtında Anadolu’nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. Böylesine derin bir altyapıyı oluşturmak içinse gençlik yıllarında Çukurovayı ve çevre illeri karış karış gezmiş yeni insanlarla tanışıp bilmediği şeyler öğrenmiş ve çoğundan eserlerinde yararlanmıştır. PEN Yazarlar Derneği üyesi olan yazar, aynı zamanda Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterilen ve gerek yurt içinde gerek yurt dışında yapılan anketlerde Nobel Edebiyat Ödülünü alması gerektiği konusunda öne çıkan birkaç isimden birisidir. Edebiyat hayatı boyunca yüzlerce ödül almış olan yazarın en çok ödül aldığı ülkelerden birisi kuşkusuz Fransadır. 2011 yılında Fransada Legion dhonneur ödülüyle ödüllendirilen yazarın ayrıca ülkemizde 2008 yılında aldığı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ve 2013 yılında aldığı Krikor Naregatsi Nişanı başlıca göze çarpan yazarın 2013 yılında Norveçte aldığı Bjornson Ödülü önemli bir yer *Sarı Sıcak *Bütün Hikayeler *Denemeleri *Ağıtlar *Taş Çatlasa *Binbir Çiçekli Bahçe *Şiirleri *Bugünlere Bahar İndi *Romanları *İnce Memed 1-2-3-4 *Akçasazın Ağaları 1Demirciler Çarşısı Cinayeti *Akçasazın Ağaları 2Yusufçuk Yusuf *Deniz Küstü *Teneke *Yılanı Öldürseler *Yer Demir Gök Bakır *Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana *Yağmurcuk Kuşu *Tek Kanatlı Bir Kuş *Destansı Romanları *Ağrı Dağı Efsanesi *Binboğalar Efsanesi *Üç Anadolu Efsanesi *Çakırcalı EfeKaynakça vikipedia, meydan laorusseYazarIlham Göl Ben Yahya Kemal hayranıyımdır. Yani Nâzım Hikmet’e ne kadar hayransam Yahya Kemal’e de o kadar hayranımdır. Bir gün Park Otel’de kafayı çekiyorum. Belki bu adam -Yahya Kemal- beni tanır, diyorum. Önünden geçmiyorum, o devamlı bir yerde oturuyor, arka taraftan kaçıyorum. Bir gün Yakup Kadri kolumdan tuttu, “Bak seni üstatla tanıştırayım. Biz beraber oturuyoruz, sen gene kaçıyorsun.” dedi. Yakup Kadri’yi çok iyi tanıyorum tabii. Oturdum. Yarım saat geçti, ben de sohbete karıştım biraz, roman konuşuyorlardı. “Sen kimsin be?!” dedi. Oysa Yakup Kadri tanıştırmıştı. “Efendim ben röportaj yazarıyım. Adım da Yaşar Kemal.” dedim. “Aziz Yaşar Kemal!” diye ayağa fırladı. “Sen 412 sayfa roman değil, şiir yazdın.” İnce Memed kastediliyor. dedi. O zaman 412 sayfaydı. Döndü Yakup Kadri’ye, yüklenmeye başladı. Hoşuma gitmedi ama büyük üstadın karşısında da konuşmak istemiyorum. Elim ayağım birbirine dolaşıyor. En sonunda “Üstat bana bir müsaade edin. Üstada -Yakup Kadri’ye- fazla yüklendiniz siz.” dedim. “Siz biliyorsunuz değil mi Rus edebiyatını? Çok iyi biliyorsunuz. Çünkü Acı’ diye bir yazı yazmıştınız. Acının Tadı’ yahut da.” Evet; 1922’de yazdım, dedi. “Nasıl bozkırdan gelmişse büyük Rus romanı. Türk romanı da, Türkiye’nin romanı da Anadolu’dan gelecek demiştiniz.” dedim. Bir şey sormak için sordum bunu efendim, dedim. “Dostoyevski bütün Rus romanının Gogol’un kaputundan çıktığını söyler.” Yahya Kemal da “Evet, tabii biliyorum evladım.” dedi. “Biz de her iki anlamda yabandan geldik.” dedim. Yakup Kadri de “Bak Kemal benim çocuklarım nasıl bana değer veriyor. Yabandan gelmiş onlar. Her iki anlamda hem de. Anadolu’nun yabanından, benim de kitabımdan.” dedi. Anadolu yabanıllığını, “yaban”ını en iyi anlatan yazarlarımızdan Yaşar Kemal’in edebi yolculuğunu belki de en iyi Kemal’in kendi anlattığı bu anı ortaya döker. Öyle ya; 1923’te Osmaniye’nin Hemite ilçesi gibi halk kültürü ile, doğayla iç içe bir yerde dünyaya gelmiştir. Sözlü edebiyatın, sözlü kültürün gırla gittiği bu bölgede halk kültürü geleneğinden beslenerek büyür Yaşar Kemal. Çukurova’yı adım adım dolaşıp mani, türkü, ağıt, tekerleme ve halk hikayelerini topladığında da bu emeğinin karşılığını 1943’te yayımlanan “Ağıtlar” kitabıyla alır. Yazarın asıl adı Kemal Sadık’tır. 1951’de Cumhuriyet gazetesinde başladığı fıkra ve röportaj yazarlığında ise “Yaşar Kemal” adını kullanır. Hatta bir röportajında şöyle der “İnsanlara yalan söyledim, adımı değiştirerek kendimi sakladım. Yaşamımda bunun kadar ağırıma giden bir şey olmadı. Benim Kemal Sadık Gökçeli olduğumu bir Abidin Dino, bir Arif Dino, bir de romancı arkadaşım Orhan Kemal biliyordu. Ortaokuldaki Türkçe öğretmenimle karşılaştım bir gün Adana’da. Yahu Kemal, dedi bana, çok iyi bir yazar var Cumhuriyet’te kimdir acaba? Yaşar Kemal’i övdü. Ona bile o yazarın ben olduğumu söyleyemedim.” Ailesi 1915 Rus işgali nedeniyle Van’dan göçen Yaşar Kemal’in babası çiftçi Sadık Ağa, annesi Nigâr Hanım’dır. Hayatın kasırga gibi sert taraflarıyla çok erken yaşta tanışır Henüz dört yaşına yaklaştığında bir kurban kesimi sırasında akrabasının elinde bulunan bıçağının gözüne gelmesi nedeniyle sağ gözü kör olur. Dahası, biz İstanbul’da doğup büyüyenlerin ancak okuyup bir yerlerde duyduğu o kan davası “geleneği”nin de bizzat sürüp gittiğine şahit olur. Küçük yaşlarda babası ile birlikte camide namaz kılarken babası, gözünün önünde öldürülür. Yazmaya, okuma, ufkunu genişletecek çevrelere girip çıkmaya ise hiçbir şey mani olamaz. Babasının ölümü üzerine maddi durumları sekteye uğrar. Adana’da ortaokulu yarım bırakır, 1950’ye kadar envaiçeşit işte çalışması da bu dönemlere rastlar. Ayakkabıcı çırağı olur, arzuhalcilik yapar, tarım işçiliğinde alnının teriyle kazanır parasını ve bunun gibi 40’a yakın işte bulunur. Daha buraya kadarki hikayesinden dahi anlaşılır ki; o insanın içini ısıtan, herkesi kucaklar gibi bir ifadeye sahip gülüşünün ardında sert, gerçekten haşin hadiseler yaşamıştır. Yaşar Kemal ve Edip Cansever Fotoğraf Ara Güler Her şeye rağmen hayatı yaşamaya; hakkaniyetli, eşitlikçi, adil, özgür bir şekilde yaşamaya ise her zaman meyillidir. Yaşadığı tüm acı, tatsız olaylar bir yana, herhangi bir videosunu şöyle bir izleyin. Konuşma şeklini, halini bir görün. Onda insanın içini ısıtan, ilk eserlerinden birine adını verdiği “Sarı Sıcak” bir etkiyi kaçınılmaz olarak görürsünüz. Yaşar Kemal 1944 ila 1946 arası askerlik görevini sürdürür. Askerlikten hemen önce çalıştığı bir kütüphane vardır ki hem sanatçılarla tanışmanın hem de kitaplarla iç içe bir hayatın kapıları daha çok aralanır burada Adana Halkevi Ramazanoğlu Kütüphanesi. Çocuk yaşta cezaevi deneyimi olduğundan bir solcu olarak iş bulması kolay değildir. Dönemin Adana Halkevi Başkanı Dr. Kemal Satır’a giden Yaşar Kemal’e talih güler. Adana’da otuz bin ciltlik kitap koleksiyonu olan Ramazanoğlu Kütüphanesi o dönem çok yoğun bir şekilde kullanılmaz. Kemal’e de kütüphanede çalışması için bir memuriyet verilir. Hatta kendisini içinde bulunduğu geleneğin yazarı olan Homeros’u da ilk kez burada okur. Yazara kalması için de bir oda verilir üstelik. Odayı gündüzleri iş, akşamları ev olarak kullanan romancı kütüphaneye okuyucu olarak gelen Orhan Kemal’le de tanışır ve daha sonra iki iyi dost olurlar… Sağda, ayakta Yaşar Kemal, hemen önünde Orhan Kemal. Masa başındaki hanım Halide Edip Adıvar olabilir. Solda en arkada da Behçet Necatigil. 2 senelik askerliği 1946’da bitince soluğu İstanbul’da alan Yaşar Kemal burada bir havagazı şirketinde kontrol memuru olarak görev yapar. Osmaniye ilçesi olan Kadirli’ye geri döndüğünde ise yıl 1948’dir. Belki istediğini henüz alamaması, belki doğup büyüdüğü toprakları özlemesi, belki de mecburiyet ile açıklanabilir Osmaniye’ye dönüşü. 1950’de Adana Kozan Cezaevi’nde 3 – 4 ay hapis yatma nedeni ise o devrin diğer birçok yazarı, sanatçısıyla aynı kaderin bir parçasıdır Cezası, komünist bir parti kurma teşebbüsü ile gerekçelendirilmiştir. 3 – 4 aylık hapis sürecinin ardından ertesi yıl, kütüphanede tanıştığı dostu Orhan Kemal ile bu kez bir iş kurmaya niyetlenir ve soluğu tekrar İstanbul’da alır. İş olmayınca Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen ve röportaj yazarı olarak ekmeğini kazanmaya başlar. Kemal’in Cumhuriyet’te çıkan ilk yazısı ise 3 Temmuz 1951 tarihlidir. Diyarbakır’daki göçmen köylerini gezdiği sıradaki izlenimlerini aktardığı bu yazının kısa bir parçasını kelimesi kelimesine aktaralım “Yaz ayları… Diyarbakır ovasının o insanı yakıp kavuran sarı sıcağı… Kuşlar bile dökülüp kalıyorlar sıcaktan. Sivrisinek bulut misali. Su yok. Ambar çayının üstüne çeltik ekmişler. Çeltiğin ayakları çaya dökülüyor. Su, bu sebebden, sarı, zehir gibi akıyor. İçen bir daha doğrulamıyor. Gitti gider! Başka da su yok. Kuyuların suyu var ya, o daha kötü. hem de kuruyor. Hastalanmadık kimse kalmıyor göçmenlerden. Geldiklerinin birinci ayında 120 can veriyorlar kara toprağa. Herkes hasta, köy ıpıssız. Ölüleri bile kaldıran yok. Evlerde kokup kalıyorlar. Birinde iki gündür gömülemiyen bir ölüyü, köye yolları düşen iki ilkokul müfettişi defnediyor.” İnce Memed’e doğru gelirken Yaşar Kemal’in yalnız doğup büyüdüğü yerleri değil, ülkemizin birçok bölgesini de gördüğünü, köylü halkın yoksulluğuna, göçmenlerin sorunlarına tanık olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Ekmeğini kazandığı Cumhuriyet gazetesinde eserlerinin en büyüğü İnce Memed de tefrika edilmeye başlar. Türkiye’de en çok okunan romanlardan, hatta kitaplardan biri olan İnce Memed 4 ciltlik devasa bir eserdir. 1955 Varlık Dergisi Roman Ödülü’ne layık görülen İnce Memed serisi 1955’te başlar, son cilt 1987’de yayımlanır. Üç cildini okumuş biri olarak; Toroslardaki bir destan kahramanının anlatıldığını söyleyebilirim eserde. Yabancı dillere de çevrilen, 30’u aşkın ülkede yayımlanan İnce Memed dünyanın da en tanınmış 100 romanı arasındadır. Uğradığı haksızlıklar sonucunda eşkıyalığa soyunan İnce Memed karakterinin serüvenlerinin anlatıldığı eserin tamamlanması oldukça uzun sürdüğünden, yazar serinin diğer kitaplarında İnce Memed ile beraber toplumun dönüşümünü de göstermektedir. İnce Memed’in karşısında haşin mi haşin ve acımasız toprak sahipleri vardır. Serinin birinci cildi 1924 ile 1933 arasında geçmekte olup ilk kitapta Cumhuriyet rejimine düşman yönetim kadrolarını da görebilirsiniz. Yaşar Kemal’in edebiyatındaki lirik coşkular, tamamlayıcı bir öge olarak doğa, epik unsurlar İnce Memed’de sık görülür. Konur Ertop da şöyle der “Yaşar Kemal İnce Memed’ dizisiyle Anadolu halkını tarihten gelen uygarlık, kültür birikimi içinde yansıtmış, dirliğini zorlayan gerçeklikleri, güncel sorunları iç içe ele almıştır. Yapıtın bütününü izleyen okur bu görkemli panoramayı ayrıntılarıyla görecektir.” Dünyanın dört bir yanında bilinen İnce Memed beyaz perdeye de aktarılmıştır. Yaşar Kemal’in dostu Fuad Kavur’un da yönetmenliğini üstlendiği 1984 yapımı film Londra’da gala yapmıştır. Tıpkı, yazının başında verdiğim Yahya Kemal anısı gibi “yabandan” gelen bu roman hakkında yazılan sayısız haber, araştırma bulunmaktadır. Taha Toros arşivinden Mutlaka okunması gereken Türk romanları arasındadır, diyerek ilerleyelim. Artık 1946’da “Pis Hikaye” ile edebiyat camiasına giriş yapmış olan Yaşar Kemal İnce Memed ile beraber çok daha geniş bir kitleye ulaşmış ve rüşdünü ispat etmeyi başarmıştır. 1955’te “Teneke” adlı eserinin de yayımlandığı Yaşar Kemal burada ezen – ezilen, ağa – köylü çatışmasını olağanca gerçekliği ile verir. Çeltik ağalarına karşı mücadele veren köylülerin anlatıldığı Teneke’de bir trajikomiklik de vardır Köye yeni gelen idealist kaymakam, yanında olduğu köy ahalisinin yaşam biçimini, Anadolu’yu yeterince tanımadığından oldukça müşkül durumlara düşer. “Dağın Öte Yüzü” üçlemesinin ilk kitabı Ortadirek 1960’da yayımlandığında ise henüz Türkiye İşçi Partisi’ne girmesine 2 yıl vardır. Arka fonda Çukurova’nın yer aldığı Ortadirek yaz sonunda pamuk toplamak adına Çukurova’ya giden köylüleri anlatır. Yöre ağzının olağanca gerçekliğiyle aktarıldığı eserde batıl inanışlar da yalın bir dille gözler önüne serilir. İşte köylülerin Çukurova’ya pamuk toplamak için teptikleri yolun hikayesidir Ortadirek. 1962’ye geldiğimizde ise bu defa Yaşar Kemal’i Türkiye İşçi Partisi’nde TİP görürüz. Parti 1962’de kurulduktan sonra siyasette yön belirleme gücüne sahip olacak kadar da etkiliydi. Özellikle 1965 seçimlerinde aldığı yüzde 3’lük oy oranı ile parlamentoya 15 milletvekili göndermeyi başaran TİP yakın tarihimizde, solu heyecanlandıran önemli bir devreyi ifade eder. İşte böyle bir dönem ve partide siyaset yapmış olan Yaşar Kemal TİP adına radyo konuşmaları için de seçilen isimler arasındadır. 1969’da istifa edene dek Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği görevini sürdüren yazarın dünyanın dört bir yanına çok fazla seyahati de bulunur. Nâzım Hikmet ile Paris’te görüştüğünde sene 1963’tür örneğin. 1964 – 65’te Bulgaristan ve Sovyetler birliğine gider. 1973’te yine Sovyetler Birliği’nde Asya – Afrika Yazarlar Birliği Kongresi’ne katılan Yaşar Kemal; 1976’da Yaşar Kemal Gecesi’ne iştirak etmek için Paris’e yol alır. ABD’den Belçika’ya kadar birçok ülkede seminerlere katılan romancı başarılı bir şekilde dünyaya entegre olmayı bilmiştir. Dünyada ve ülkede gördükleri, bu noktada emekten, işçiden, sömürülenden yana olan tavrı onun Ant dergisinin kurucuları arasında olmasını da sağlar. Fethi Naci, Doğan Özgüden ile beraber kurduğu Ant dergisinin ilk sayısı 3 Ocak 1967’de çıkar. Ant yayınevinin çıkardığı “Marksizm Temel Kitabı” da onun 18 ay hüküm giymesine neden olur, ancak karar daha sonra bozulur. 1970’lerin sonuna doğru “Üç Anadolu Efsanesi”, “Ölmez Otu” gibi eserleriyle edebiyattaki yerini pekiştiren Yaşar Kemal eşi Thilda Hanım ile beraber 12 Mart 1971’de 1 aylık süren bir gözaltı da yaşar. Yaşar Kemal’in 50 küsur yıllık eşi olan Thilda Kemal yazarın on yedi romanını da İngilizceye çevirmiştir. 2001 yılında aramızdan ayrılan Thilda Hanım’ın kaybı edebiyat dünyasının bir yası olmuştur. Osmanlı padişahı Abdülhamid’in başhekimi olan Jack Mandil Paşa’nın torunu Thilda Kemal İngilizce, Fransızca, İspanyolca bilen ve çevirileriyle İngiltere’de de ödül kazanan önemli bir kültür insanıydı. Raşit Gökçeli oğulları, Yaşar Kemal, Thilda Kemal Daha sonra hayatını bir iş kadını, eğitmen Ayşe Semiha Baban ile birleştiren Yaşar Kemal hayatının sonuna kadar da Ayşe Hanım ile birlikte olmuştur. Kemal’in ölümünden 1 yıl sonra, 2016’da ise Ayşe Semiha Baban, Zülfü Livaneli gibi isimlerle Yaşar Kemal Vakfını kurar. Ayşe Semiha Baban Çevirilerden söz etmişken, Nâzım Hikmet’in eşi Münevver Andaç da Yaşar Kemal’in İnce Memed 3 eserini Fransızcaya çevirmiş ve bu çevirisiyle Fransız Çevirmenler Derneği Çeviri Büyük Ödülü’nü kazanmıştır. Münevver Andaç, Güzin Dino, Abidin Dino ve Nâzım Hikmet Müthiş bir üretim kabiliyeti ile 40’tan fazla kitaba imza atmış olan Yaşar Kemal Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucuları arasında ve ilk başkanıdır. Ödülleri ve kazandığı teveccüh ile de Anadolu’nun yabanılından gelip dünyaca ünlü bir yazar olduğunu defalarca ispatlamış, Türkiye romanının yabandan geleceği hususunu fevkalade başarılı bir şekilde sürdürmüştür. Uluslararası Del Duca ödülüne 1982’de layık görülmüştür mesela. 1984’te ise Mitterrand tarafından kendisine Legion d’Honneur nişanı takılır. İlerleyen yıllarda Strasburg Üniversitesi’nde kazandığı doktora pâyesini Almanya’nın Nobel’i sayılan Alman Kitapçılar Birliği Ödülü takip eder. 2000’lere gelirken de milenyum çağı denilen yüzyılı Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat Ödülü ile karşılar. Yaşar Kemal’in şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladığı bilinir. Öyle ki ilk şiiri “Seyhan” Adana Halkevi’nin bir dergisinde yayımlandığında yıl 1939’dur. Daha sonraki Varlık, Ülkü, Millet gibi dergilerdeki yazılarını Yeni Adana, Vakit, Türksözü gibi gazetelerdeki yazıları takip eder. 1988’de PEN Yazarlar Derneği Başkanlığı görevini de üstlenen Yaşar Kemal hayatın zorlu, çetin şartları altında giderek büyüyen bir romancıya, yazara dönüşen o isimlerdendir. Hatta Tolstoy, Çehov, Dostoyevski gibi yazarlarla beraber John Steinbeck’ten de oldukça etkilendiği bilinir. Nobel ve Pulitzer ödüllü Steinbeck’in de özellikle “Bitmeyen Kavga” iki yazarın da geldiği yerler, tanıklıklarını bir romana dönüştürmeleri gibi noktalar açısından müthiş paralellik gösterir. Taha Toros arşivinden Nobel demişken; Yaşar Kemal Nobel’e de 1973 sonrası aday olarak gösterilir, ancak kazanamaz. Bununla ilgili yazarla şahsen tanışıklığı olan İlber Ortaylı’nın sözleri çok enteresan “Yaşar Kemal artık Türkiye’de bulunmayan bir yazar tipi. Gözlemi çok önemlidir, onun 1940’lı yılları anlattığı Bu Diyar Baştan Başa’ kitabı az okunuyor, nefis bir kitaptır, yeni bir baskısını bile görmüyorum. Türkler de okumayı bilmiyor Yaşar Kemal’i. Yaşar Kemal edebiyat, kültür yapıyor, bugünkü medyayı ve ucuz siyasi hareketleri tatmin edecek bir yazar değil, onlar için önceliği yok ve bu yüzden de Nobel alamadı, çok açık.” Evet, edebiyatımızın çınarıdır Yaşar Kemal. Ona neden çınar diyoruz ve demeliyiz peki? Toprakla göğü, geçmişle geleceği birbirine bağladığı için. Öyle ki onun romanlarında her daim sosyal meseleleri görebilmekle kalmayız, o bize Anadolu’nun iyi ve kötü, yüksek ve düşük yanlarını da içeriden bir yaşayıcı olarak aktarır. 1923’te Çukurova’ya oldukça yakın olan Osmaniye’nin Hemite ilçesinde dünyaya gelmesi, birçok romanında da bize Çukurova halkını anlatmasının yolunu açar. Ama okuyucu belki içten içe belki aleni olarak bilir ki, anlatılan Anadolu’nun hikâyesidir. Aday gösterilmesinden sonra ödülü neden alamadığına yönelik sayısız yorumun yapıldığı Nobel bir yana; Fransalardan, Almanyalardan en yüksek dereceli ödül ve nişanları kazanır. 2015 yılında göçüp gittiğinde ise ardında uzun ve kıymetli bir maraton ve bu maratonda peyda olan büyük eserlerini bırakır. Yakın zamanda Zülfü Livaneli’nin arşivinden paylaşılan “Aklın Yolu” adlı programda da Zülfü Bey soruyor, Yaşar Kemal yanıtlıyor. Keyifle izlenebilir, dinlenebilir

yasar kemal in cukurovali kahramani